Sayfalar

18 Eylül 2011 Pazar

UNUTMA Kİ!

Sen uykusuzluk nedir bilir misin?

Tırnaklarınla yastığını parçaladın mı?
Gözlerini tavana dikip,
Düşündüğün oldu mu bütün gece?
... Ve bütün bir gün,
Belki gelir ümidiyle bekledin mi hiç?
Gelmeyince,
Seni aramayınca,
Ölesiye ağladın mı?
Sonra çekilip en koyusuna yalnızlıkların,
Ona ait ne varsa,
Bir bir hatırladın mı?

Sen günden güne erimeyi bilir misin?
Dev bir ağacın vakarı içinde ölmeyi,
Bir teselli aramayı,
Issız parklarda, tenha sokaklarda.
Ve bütün bir şehir uyurken uzaklarda,
Deli divane yollara düşüp,
Yaşlanmış bir köpek gibi,
Eskimiş bir gömlek gibi,
Atılmışlığını hissettiğin oldu mu?
Sevmekten,
Günler geceler boyunca yürümekten,
Elin ayağın yoruldu mu?

Sen yalnızlığın acısını bilir misin?
Unutulmak bir hançer gibi saplandı mı sırtına?
İçinde kıskançlığın zehirli çiçekleri açtı mı?
Bütün gururunu çiğneyip,
Sevdiğinin geçtiği yollarda,
Bastığı toprakları eğilip öptün mü?
Sen çaresizlik nedir bilir misin?
Sen yokluk nedir gördün mü?
Yanan başını,
Duvarlara vurup parçalamak geldi mi içinden?
Sen her gün bin defa öldün mü?

Böyleyim diye ayıplama beni.
Bir gün kendimi,
Sonsuzluğun koynuna bırakırsam,
Yaralı ve yenik bir asker gibi,
Darılma.
Unutma ki,
Her seven isimsiz bir kahramandır.
Unutma ki,
İnsan; sevebildiği kadar insandır.

[ Ümit Yaşar OĞUZCAN / UNUTMA Kİ ]

14 Eylül 2011 Çarşamba

PET ŞİŞEDEN YAYILAN TEKLİKE..

     Sevgili Lezzet Tabağı'na bu yazıyı paylaştığı için teşekkür ediyorum. Ben de paylaşmadan edemedim...
     Bu yazıya lütfen kulak verelim. Günlük yaşamımızda bilinçsiz bir şekilde kullandığüımız bir çok ürün gibi maalesef bunuda kullanıyoruz. Plastiklerin, naylon poşetlerin, pet şişelerin hayatımızdaki yerini düşünürsek tehlikenin boyutunu da görebiliriz.
     Milliyet gazetesinde Fatih altaylı nın yazısı bizi birkez daha bu konuda duyarlı olmamızın artık elzem olduğunu vurguluyor. Doğrusu ben artık kesinlikle buna dikkat edeceğim.
     "Önceki gün, bir yakınımın ameliyatı için, Türkiye’nin önemli hastanelerinden birindeydim. Ameliyat sonrası, alanında Türkiye’nin değil, dünyanın en iyilerinden biri ve çok da eski dostum olan doktorumuz geldi. Ameliyatla ilgili bilgi vermek üzere. Konuşurken, önümdeki masada duran “pet” şişeyi alıp açtım ve bardağıma su doldurmaya başladım. Profesör doktor uzandı. Elimden pet şişeyi aldı. Suyu doldurduğum bardağı aldı. Görevliyi çağırdı. Pet şişeyi çöpe atmasını, bardağı da lavaboya boşaltmasını söyledi. “Benim dolabımdan cam şişede bir su getirin” dedi.
     “Ne oldu hocam, sular zehirli de bizim haberimiz mi yok” dedim şaşkınlıkla. “Keşke zehirli olsa. Panzehiri olur, ilacı olur. Bunlar zehirden beter” dedi ve anlattı. “Son yıllarda kanser olaylarında büyük patlama yaşanıyor. Çok ileri yaşlarda ortaya çıkması gereken bazı kanser türleri, çok erken yaşlarda görünür oldu. Yaşlılarda görülecek lenfomalar, gencecik insanlarda peydahlanıyor. Kemik kanserleri, kemik iliği tümörleri sık sık karşımıza çıkıyor.” “Biliyoruz hocam. Çevre koşulları, hormonlu gıdalar. Her şey kanserojen” dedim.     
     “Evet” dedi. “Bu pet şişeler hepsinden daha kanserojen.” “Bütün dünya kullanıyor” dedim. “Medeni ülkeler giderek daha az kullanıyor” dedi. “Bu pet şişelerdeki sular 2 haftadan uzun süre şişede kaldığı zaman, şişenin içindeki zararlı maddeleri çözüyor ve suya karışmasına neden oluyor. Bunlar hücre yapılarına çok ağır zararlar veriyorlar. Her gün yavaş yavaş bozuyorlar.
     Pet şişelerin ömrü iki hafta.Eğer iki haftalıktan daha yeniyse bunun içindeki su, iç. Ama iki haftalıktan daha eski ise içme.” Hemen önümdeki açılmamış pet şişeyi aldım. 2 aylıktı ve son kullanma tarihi olarak 10 ay sonrayı gösteriyordu. “Bu şişeler kısa süreli saklama için uygun. Ama uzun süreli saklamalarda çok zararlı.” “Peki ne yapacağız?” dedim. “Cam şişe kullanacağız. Cam şişede su alacağız. Her türlü gıdayı cam şişe içinde talep edeceğiz.
     Hem çevreye daha az zararlı, hem de sağlığımıza.” “Maliyeti yüksek ama” dedim. “Kanserin tedavi maliyeti daha mı düşük? Aksine çok daha yüksek. Bütün hayatın boyunca cam şişe kullansan, bir kanser tedavisinin onda biri maliyeti bulmaz. Artık kanserleri büyük ölçüde tedavi edebiliyoruz ama yüksek maliyetli oluyor. Hastayı da harap ediyor.” “Hadi küçük şişeleri cam şişede hallettik, ya damacanaları ne yapacağız.
Onlar da pet benzeri bir madde değil mi?” Profesör doktor daha da kötü konuştu. “Oradaki sorun daha büyük. O damacanalar birden fazla kez kullanılıyor. Ve onları temizlemek için, deterjanla yıkanıyor genelde. İçinde kalan deterjanı temizlemek için en az üç damacana su kullanmak gerek. Sen o damacanaların üç damacana suyla yıkandığını düşünüyor musun?” diye sordu. “Düşünmüyorum” dedim. “Demek ki damacanadaki suyla birlikte deterjan da içiyoruz” dedi. Çocukluğumu hatırladım. İstanbul’da hasıra sarılmış cam damacanalar içinde Beykoz’dan gelme sular satılırdı. “Eskiden vardı cam damacanalar” dedim.
     Tek çare cam şişeye dönmek.“Talep edelim yine olur. Cama dönmekten başka çare yok. Yoksa her gün kendimizi bile bile öldürüyoruz. Sigara içme kanser olursun kampanyaları yapılıyor. Bunların yanında sigara masum kalır” dedi. İçim karardı doğrusu. Ama artık eve pet şişe sokmama kararı aldım. Bu kararı da sizinle paylaşmam gerektiğini düşündüm. Hepimizin çocukları için."
Fatih Altaylı
*****************************************
     Aynı konu ile bir de şu yazıyı okuyalım..
     Pet şişe ve metal kutular kalbe zararlı.
     Metal içecek kutularının, pet şişelerin, biberonların yapımında, gıdaların paketlenmesinde kullanılan Bisfenol A adlı maddenin kalp hastalıkları başta olmak üzere pek çok rahatsızlığa yol açtığı ortaya çıktı.
Pet şişelerin, metal içecek kutularının ve biberonların, kalp hastalığı riskini 2 kat artırabileceği açıklandı.
     İngiltere’de yaklaşık 1500 kişi üzerinde yapılan araştırmada, gıda sektöründe paketlemede kullanılan Bisfenol A (BPA) adlı maddenin kanda normal seviyenin üzerinde bulunmasının kalp problemlerini artırabildiği belirlendi.
     Şişelerin ve kutuların kaplamasında kullanılan bu kimyasalın şeker hastalığı riskini de yükseltebildiği belirtildi.
     BPA ayrıca plastik çatal-bıçaklarda, CD kaplarında ve diş dolgularında da kullanılıyor.
     Bu son araştırmayla, paketlemede kullanılan BPA’nın sağlığı doğrudan olumsuz etkileyebildiğinin görüldüğü bildirildi.
     Yağ biriktiriyor.
     Vücutta kadınlık hormonu östrojen biçimine girebilen BPA’yla ilgili hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalarda, bu maddenin meme kanseri, karaciğerde hasar, obezite, şeker hastalığı, erkeklerde kısırlık, gençlerde ise gelişme sorunlarına yol açabildiği görülmüştü.
     Bilim adamları, BPA’nın kimyasalın damarlarda daha çok yağ birikmesine yol açtığı, insülinin işlenmesi    sürecine müdahale edebildiği tahmininde bulunuyor.
(Milliyet)

10 Eylül 2011 Cumartesi

TIKANIP KALDIĞINDA HAYAT .......

Bir yerlerde tıkanıp kaldığında hayat, soluk almak güçleştiğinde,

Yüreğin susup, mantığın sürüklemeye başladığında ayaklarını,

Dağlara dönmeli yüzünü insan...

Yeni patikalar, yeni yollar seçmeli, yüreğini ferahlatacak;

Yeni insanlarla tanışmalı, yeni keşifler yapacak....

Hep isteyip de, bir gün yaparım diye ertelediği ne varsa, gerçekleştirmeyi denemeli!

Her geçen gece, ölüme bir gün daha yaklaştığını; zamanın bir nehir,

Kendisinin bir sal olup da, o dursa da yolculuğun devam ettiğini anlamalı..

Baş döndürücü bir hızla geçiyorsa birbirinin aynı günler,

Her akşam aynı can sıkıntısıyla eve giriliyorsa,

Değiştirmeye çalışmalı bir şeyleri;

Küçük şeylerle başlamalı belki; örneğin, bir kaç durak önce inip servisten, otobüsten; yürümeli eve kadar, yüreğine takmalı güneş gözlüklerini;

Gördüğünü hissedebilmeli!

Sağlığını kaybedip, ölümle yüz yüze gelmeden önce,

Değerli olabilmeli hayat!

İlla büyük acılar çekmemeli, küçük mutlulukları fark etmek için!

Başkasının yerine koyabilmeli kendini;

Ağlayan birine "gül", inleyen birine "sus" dememeli!

Ağlayana omuz, inleyene çare olabilmeli!

Şu adaletsiz, merhametsiz dünyaya ayak uydurmamalı; Sevgisiz, soysuz kalarak!

Dikeni yüzünden hesap sormak yerine gülden,

Derin bir soluk alıp, hapsetmeli kokusunu içine...

Güneşin doğuşunu seyretmeli arada bir, seher yeli okşamalı saçlarını...

Karda, yağmurda; sevincine, coşkusuna; fırtınada boranda; Öfkesine, isyanına ortak olabilmeli doğanın!

Bir çocuğun ilk adımlarında umudu; bir gencin düşlerinde geleceği;

Bir yaşlının hatıralarında geçmişi görebilmeli!

Çalışmadan başarmayı, sevmeden sevilmeyi, mutlu etmeden mutlu olmayı beklememeli!

Ama küçük, ama büyük; her hayal kırıklığı, her acı; bir fırsat,yaşamdan yeni bir şeyler öğrenebilmek için; kaçırmamalı!

Çünkü; hiç düşmemişsen, el vermezsin kimseye kalkması için, hiç Çaresiz kalmamışsan, dermanı olamazsın dertlerin; ağlamayı bilmiyorsan, neşesizdir kahkahaların;

Merhaba dememişsen, anlamsızdır elvedaların...

Ne, herkesi düşünmekten kendini, ne; kendini düşünmekten herkesi unutmamalı!

Bilmeli; çok kısa olduğunu hayatın; hep vermek ya da hep almak için...

Sadece, anlatacak bir şeyleri olduğunda değil,

Söyleyecek bir şey bulamadığında da dinleyebilmeli!

Aklı ve kalbiyle katılabilmeli sohbetlere...

Hafızası olmalı insanın; hiç değilse, aynı hataları, aynı bahanelerle tekrarlamaması için!

Soruları olmalı, yanıtları bulmak için bir ömür harcayacak!

Dostları olmalı, ruhunun ve zihninin sınırlarını zorlayacak!

Herkese yetecek kadar büyük olmalı sevgisi;

Ama, kapasitesi sınırlı olmalı yüreğinin ki, hakkını verebilsin sevdiklerinin;

Zaman bulabilsin; Bir teşekkür, bir elveda için...

Yaşam dedikleri bir sınavsa eğer; Asla vazgeçmemeli sevmek ve öğrenmekten;

Ama, herkesi sevemeyeceğini de her şeyi bilemeyeceğini de fark edebilmeli insan!

Tıpkı, her şeye sahip olamayacağı gibi...

Zamanın ninnisiyle, uykuda geçirmemeli hayatı...!



Can DÜNDAR
 
Sevgili Umut Sepeti'ne çok teşekkür ediyorum bu yazıyı paylaştığı için...

Neden Ben? / Anonim

Neden Ben? / Anonim

8 Eylül 2011 Perşembe

ANTEP BİBERİ TURŞUSU

          Antep biberi acı oluyor tahmin ettiğiniz üzere, bu şekilde dolmalık oluyor. Ramazanda bir aile dostumuz bahçelerinden antep biberi getirmişti bize. Bizde de acı fazla tüketilmediği için ziyan olmasın diye hemen turşusunu yapmıştım. Henüz paylaşma fırsatım oldu. Yapılışı: Antep biberini (ya da başka biberler de olabilir) iyice yıkadıktan sonra şekildeki gibi ortadan ikiye bölüyoruz. Böldükten sonra turşuyu yapacağımız kavanoza sıkıca yerleştiriyoruz. Kavanozun 1/4'ünü üzüm sirkesi ile dolduruyoruz. Daha sonra ben büyük kavanozda yaptığım için 6 tepeleme kaşık iri tuz koydum. Daha küçük bir kavanoz kullanacaksanız tuzunu ona göre ayarlayabilirsiniz. Kavanozun ağzına kadar kaynamış soğutulmuş su ekliyoruz. 6-7 tane sarımsağın kabuklarını soyup ekliyoruz. Kavanozun ağız kısmını ötecek kadar maydanozu yerleştirip kavanozun kapağını iyice sıkarak kapatıyoruz. Altına geniş düz bir tabak koyup bir gece mutfakta göz önünde bekletiyoruz. Daha sonra karanlık serin bir yere alabiliriz. Afiyet olsun..

6 Eylül 2011 Salı

ISLAK KEK


Malzemeler:
  • 2 yumurta
  • 1/2 su bardağı sıvı yağ
  • 1 buçuk su bardağı toz şeker
  • 3 yemek kaşığı kakao
  • 1 kabartma tozu
  • 2 su bardağı süt
  • 2 su bardağı un
Yapılışı:
  • Sıvı yağ, toz şeker, süt ve kakaoyu çırpma kabına alıp çırpıyoruz.  1 bardağını piştikten sonra üzerine dökmek üzere ayırıyoruz.
  • Çırma kabında kalan sıvı malzemelerin üzerine yumurtaları, unu ve kabartma tozunu ekleyip tekrar çırpıyoruz.
  • Yağladığımız fırın tepsisine kek hamurunu döküyoruz.
  • 180 dereceye ayarlanmış fırında 40-45 dk pişiriyoruz.
  • Keki fırından çıkarır çıkarmaz dilimliyoruz ve ayırdığımız kakaolu sıvıyı üzerine döküyoruz.
  • Kek sosunu çekmene kadar bekleyip servis edebiliriz. Afiyet olsun...

ZEYTİNYAĞLI BARBUNYA

Malzemeler:
  • 1 su bardağı barbunya (Kuru da olabilir taze de)
  • 2 adet büyük boy domates
  • 1 tane orta boy kuru soğan
  • 1 kaşık domates salçası
  • 5-6 diş sarımsak
  • Zeytinyağı
  • tuz
Yapılışı:
  • Kuru barbunya kullanacaksanız bir gece önceden ıslatmanız gerekiyor.
  • Soğanları yemeklik doğruyoruz.
  • Domatesleri rendeliyoruz.
  • Islatıp süzdüğümüz barbunyaları, doğranmış soğan ve rendelenmiş domateslerle birlikte düdüklü tencereye alıyoruz.
  • Sarımsakları irice doğrayıp tencereye ekliyoruz.
  • Tuz ve zeytinyağını ekleyip 3 su bardağı su koyup düdüklü tencerenin ağzını kapatiyoruz.
  • Benim düdüklüye göre 45 dk. da pişiyor. Her düdüklünün ayarı farklı olabilir. Afiyet oolsun...

4 Eylül 2011 Pazar

OKUL FOBİSİ

          Eylül ayı deyince aklımıza hemen okul geliyor. "Daha dün annemizin kollarında yaşarken, Çiçekli bahçemizin yollarında koşarken, Şimdi okullu olduk, Sınıfları doldurduk, Sevinçliyiz hepimiz, Yaşasın okulumuz.." şarkısı kulaklarımızda çınlyor. Evlerde bir neşe, bir heyecandır alıp başını gidiyor. Okul alışverişleri yapılıyor. Okulunu, arkdaşarını ve öğretmenini seven öğrenciler dört gözle okulların açılmasını bekliyorlar. Ama maalesef, bazı evlerde durum bu şekilde olmuyor. Çocuklar okula gitmek istemiyorlar, bu konuda sorun yaşanıyor. Bunun nedeni okuldan da kaynaklanabilir, aileden de kaynaklanabilir. Eğer öğrenci ara sınıfta ise neden genellikle okulla alakalı olabiliyor. Eğer çocuk okula yeni başlayacaksa nedeni ailede aramak gerekir.
          Okul fobisi, çocuğun iç dünyasında geliştirdiği ve onu kaygılandıran çeşitli sebeplerden dolayı okula gitmek istememesidir. Bu çocuklar genellikle okul saati yaklaştığında mide bulantısı, karın ağrısı, baş ağrısı gibi çeşitli bedensel rahatsızlıklar yaşarlar. Bu şekilde anne-babalarını okula gitmemek için ikna etmeye çalışırlar. "Okula gitmeyebilirsin." cevabını aldıktan sonra bu ağrılar psikosomatik olarak geçer. Bu çocuklar evde bulundukları süre içerisinde mutludurlar.
          Bu sorun nasıl olsa zamanla geçer diyerek göz ardı edilecek bir konu değildir. Çocuk okula gitmek istemedikçe okulda başarısızlığı artacak; başarısız oldukça okula gitmek istemeyecektir. Eğer müdahale edilmezse bu kısır döngü şeklinde devam edecektir.
          Bu durumda ne yapılmalı?
          Öncelikle anne-babalar bu sorunun nedenlerini araştırmalıdırlar. Okul fobisi okuldaki arkadaş ortamından veya öğretmenin tutumundan kaynaklanabilir. Çocuk sohbet havasında konuşturulmalı, bu konuda söylediği her şey biraz hayal gücü ve abartma payını da göz önünde tutarak dikkate alınmalıdır. Daha sonra öğretmen ile konuşularak gözlemlenmelidir. Özellikle öğretmenin sınıf içi ve teneffüslerdeki gözlemi çok önemlidir. Çocuk arkadaşları tarafından dışlanıyor olabilir, büyük sınıflar çocuk üzerinde baskı kurarak harçlığını alabilirler ya da eziyet edebilirler. Bu sorunun bir boyutu.
           Bir de sorunun aile boyutu vardır ki; burada anne-babaların iğneyi kendilerine batırmaları gerekir. Aile boyutuna bakıldığında nedenlerden bir tanesi  bazı anne-babaların çocukların yapabileceği işlerde onlara fırsat vermemesidir. Bu çocuklar özgüven eksikliği içinde büyürler. Kendilerine olan inanaçları zayıftır. Çocuk kendi başına yapabileceği işlerde bile anne-babasından beklenti içerisindedir. Sınıf içindeki çalışmalarını  kendi başına tamamlayamaz. Genellikle yarım bırakır. Bu nedenle de kendini başarısız hisseder. Arkadaşları ile kendini kıyasladığında kıskançlık yaşar. Bu da arkadaşları ile geçinme sorunu oluşturur. Bu durumda çocuklara kendi başlarına birşeyler yapabilme fırsatları verilmelidir. Onlara yapabilecekleri işlerin sorumluluğunu yüklemek gerekir. İlk seferlerde bu işlerde başarısız olsalar bile eleştirilmeden, doğrusu gösterilerek yapılmalı, çocuğa "Başardım" duygusu yaşatılmalıdır.
          Okul fobisinin bir başka nedeni de annelerin çocuklarına çok bağımlı olması, aşırı korumacı yaklaşımlarıdır. Bazı anneler çocuk gözünün önünden birkaç saniyeliğine bile ayrılsa panik yaşarlar. Çocuğa kendi başına birey olma hakkı tanımazlar. Anne çocuğa bağımlı ise, çocuk da anneye bağımlıdır. Çocuk annenin bulunmadığı her ortamda kendini korumasız hisseder. Bu çocuklar sadece okula karşı değil, annenin veya babanın bulunmadığı her ortamda bu korkuyu yaşarlar. Bu sorunla karşılaşmamak için çocuğa birey olma hakkı tanınmalı, bazı durumlarda kendi başına olma fırsatı verilmeli. Daha çok küçükken tehlikeli olmayacak şekilde bazı durumlarda (merdiven çıkma-inme, koltuğa çıkma, yürüme, birşeyler taşıma, kaldırma gibi) tek başına yapma fırsatı verilmeli. Küçük düşmeler ve yaralanmalar üzerinde durulmamalıdır.  Her defasında elinden tutmamalı, gerektiğinde kendi güvenliğini kendisinin sağlamasına fırsat verilmelidir. Kendi başına bir şeyler yapabilmesi için çocuk cesaretlendirilmelidir. Eğer okul fobisinin nedeni bu ise bu durum okula yeni başlayanlarda görülür. Çocuğun okul fobisini yenmek için öğretmenin müsadesi ile gerektiğinde anne 1-2 ders sınıfta kalabilir. Sınıf kapısı açık tutularak anne kapının önünde bekleyebilir ki çocuk anneyi görmek istediğinde orada olduğunu bilsin.
          Bir de okul öncesi dönemde çocuklara söylenmiş bazı cümleler de okul fobisini doğurabiliyor. "Orada anne-baba yok, dur bakalım okulda da böyle davranabilecek misin?", "Okulda sakın ağlayayım deme, öğretmenin çok kızar, seni döver.", "Bunlar son oyunların, bundan sonra okula başlayınca hep ders yapacaksın." gibi sözler çocukların okula karşı soğumalarına neden oluyor. Çocuğa bu şekilde tehditler savurmak yerine bazı durumlarda bazı kuralların işlediğini benimsetmek gerekir. Ödül ve ceza sisteminin devreye girmesi gerekir. Ceza derken de genellikle tavsiye ettiğim bazı istenen durumlardan men etme cezasıdır. Bir de önemli noktalardan birisi de tam çocuk oyuna yoğunlaşmışken ödevlerin hatırlatılması da okula karşı isteksizlik doğurur. Hele ki okula yeni başlayan çocuklar için bu çok sorun yaratabiliyor. Onların çocuk oldukları, oyuna da gereksinim duydukları asla unutulmamalıdır. Böyle durumlarda çocukları somut hatırlatmalar yapmak iyi olur. Çocuklara sayı,saat ve zaman kavramını sezdirmek, oyun için süre belirlemek ve bunu saat üzerinde göstermek gerekir. "Saatin uzun kolu 6'nın üstüne gelinceye kadar oynayabilirsin." "Bisikletine 3 tur daha binebilirsin." gibi.

3 Eylül 2011 Cumartesi

FIRINDA ÇÖKELEKLİ MAKARNA

Malzemeler:
  • 1 paket kelebek makarna
  • 3 adet orta boy kuru soğan
  • 1/2 kilo çökelek
  • Sıvı yağ
  • 1 su bardağı kaşar peyniri rendesi
Yapılışı:
  • 1 paket kelebek makarnayı tuzlu suda haşlıyoruz.
  • Diğer taraftan yemeklik doğradığımız kuru soğanları yağda iyice kavuruyoruz. Soğanın bol olması ve iyice karamalize olması lezzeti arttırıyor.
  • Kavurduğumuz soğanları çökelekle karıştırıp içine bir tutam tuz atıyoruz. İçine ağız tadınıza göre çeşitli baharatlar koyabilirsiniz.
  • Haşlanan makarnaları süzdükten sonra yarısını bir fırın tepsisine veya borcama döküyoruz.
  • Makarnayı tepsiye yaydıktan sonra üzerine çökelekli karışımı gezdiriyoruz.
  • Kalan makarnayıda çökeliğin üzerine döküyoruz. Kaşar peyniri rendesini de üzerine gezdirdikten sonra fırında üzeri kızarana kadar pişiriyoruz. Afiyet olsun...

DÜĞÜMLERİN DEĞİL ÇÖZÜMLERİN İNSANIYIM

Blog sayfaları arasında gezinirken karşılaştığım bir testi yaptım. Düğümleri zaten oldum olası sevmem. Hemen çözmek isterim. Aslında problem çözmeyi de severim.Çok çözümcüyüm canım...Aldığım sonuç beni yanıltmadı.

Siz de teste burdan ulaşabilirsiniz.