Sayfalar

hayata dair etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hayata dair etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ocak 2013 Pazartesi

PAZAR PAZAR

(Aslında bu yazıyı pazar günü için hazırlamıştım ama olmadı...Şimdi yayınlayabiliyorum..)
Pazar kahvaltıları her zaman benim için özel olmuştur. Bazen kalabalık olunur, misafirler olur, bazen de biz bize olunur, yani ikibaş kişi. Ama her zaman farklı bir şeyler yapmak isterim. Bizim evin altında ekmek fırını var. Akşam saatlerinde sıcak pide yapıyorlar. Akşam yemeği için alınmıştı ama hiç dokunulmadı. Ben de pazar kahvaltısına pizza yapayım dedim. Üzerine biber salçasını biraz sulandırıp, bir tutam kekik karıştırarak fırça ile sürdüm. Kaşar rendesini üzerine serptim, sonra da sucuk dilimlerini üzerine yerleştirdim. Kaşarlar eriyinceye kadar fırında beklettim. İşte güzel oldu çakma pizzam...:) 

Bir de bugün beni bir yerlere götüren Can Yücel'in bir şiirini okudum kendimi iyi hissettirdi..


Boşver Be Yaşı Başı…

Boşver be yaşı başı!
Gönlün ne kadar şık sen ondan haber ver...?..
Şöyle atıp koyu grileri-siyahları sabahtan,
Sarı bir kaşkol atabiliyor musun boynuna, ondan haber ver?
Koyma bir kenara yüreğini, aç kapılarını,
Gelene geçene yol verme girsin diye içeri ama
Gömme başını toprağa bir çift güzel göz uğruna.


Bilirim yine yeşerecek bir çiçek bulursun bir dalda,
Ama aklını kaybedecek bir aşk varsa avuçlarında,
Bırak aksın yollarına.
Yağ geç, yık geç, kimse inanmazsa inanmasın.
Sen inan yüreğine,
Hem ona geçmezse kime geçer sözün?..
Büyü büyü… bak ellerin ayakların kocaman.
Aklın da maaşallah yerinde,
E ne diye tutarsın yüreğini uçmasın diye.
Akıllı ol, yüreğin gelir peşinden,


Boşver yaşı başı,
Aşk var mı aşk, sen ondan haber ver?
Takılmışsın yüzündeki gözündeki çizgilere.
O çizgilerin yüreğine neler kazıdığını düşün,
Atmak mı istiyorsun kendini bir dereye soğuk bir
Kış günü, öl gitsin…
Parayı pulu savurup,
Bir balıkçı köyünde balık tutmak mıdır isteğin,
Savrul gitsin…


Boş ver be yaşı başı, kim tutar seni kim,
Kendi yüreğinden başka kim?.
Aklını al da öyle git,
İster bir duvara, ister bir od aya, ister kıra
Bayıra vur da git.


Dert etme ellerini, onlar da gelir seninle
Bırakmadıkça birine.
O biri de gelir gerçekten istediğin oysa,
Seveceksen ve öleceksen uğruna…
Yaşa be, yaşa da öyle git, gireceksen toprağa…
Yaş 70′e gelse bile, hayat daha bitmemiş.
Sen mi biteceksin?
Çekeceksen bile bayrağı,
Yaşadım ulan dibine kadar diyemiycek misin?

11 Ocak 2013 Cuma

GEÇ KALMIŞ YIL SONU DEĞERLENDİRMESİ

Nasıl geçti 2012?
  • 2011'in son günlerinde yolunu dört gözle beklediğimiz yavrumuzun müjdesini aldık. Bu nedenle 2012 yılı bizim için çok heyecanlı geçti. 
  • Hamilelik olduğu için de okuluma yakın bir semte taşınmıştık 2011'in yine son aylarında. Bu nedenle arkadaş ortamımız ve ablamızdan ayrı kaldık bu yıl. Yine gelip gidildi ama eskisi gibi değil. O nedenle kendi halimizeydik yani.
  • Zaten hamilelik olduğu için bu yıl hep Antep'teydik. Zor kavuştuğumuz için çok sakındık belki de. Ama tedbirli olmaya çalışarak şehir dışı ve uzun yol gezintilerimiz yoktu 2012'de. Sevdiklerimiz geldiler hep yanımıza.
  • Ağustos'un 23'ünde üç kişilik bir aile olduk. Bu olay bizim için 2012'nin ve hayatımızın en anlamlı olayı oldu. Küçük adam hayatımıza renk ve yeni anlamlar kattı. Bana anneliği tattırdı, eşime de ikinci kez babalığı yaşatarak duygularını yoğunlaştırdı. Hayatımızı ve günümüzü ona göre planlar olduk. Her şey onun uykusuna, beslenmesine göre ayarlanıyor. Evimizde süper bir bebek kokusu, keyifle yükselen çığlık sesleri, mızmız ağlama sesleri duyuluyor artık.
  • 2012 yılının yarısı benim için genellikle hep evde geçti. Bu nedenle ev hanımı olmanın aslında ne kadar da zor olduğunu, evde hiç işlerin bitmediğini öğrendim. Çalışıyorken ev ile ilgili bazı şeylere zamanım ve gücüm yetmiyordu. Bu nedenle açıkça söyliyim ya yapmıyordum ya da erteliyordum. Ama evde olunca ister istemez gözün görüyor ve yapmayınca da kendini rahatsız hissediyorsun. Evde dura dura ev işlerinde pratikliğimin arttığını fark ettim. Evimle, eşimle, kendimle ve her şeyden önemlisi çocuğumla daha çok ilgilenebildim. 
  • Bebeğimiz bize uğurlu geldi. Daha önce bir kaç sefer başına geçtiğimiz ama bir türlü nasip olmayan ev alma işi de su gibi aktı gitti. Rabbim çok şükür nasip etti, ev aldık. Öyle bir denk geldi ki biz de şaşırdık, hem istediğimiz semtte hem de uygun bir fiyata. Şimdilik  taşınmayacağız ama benim tayinim o taraflara çıkınca belki yazın taşınırız.
  • Evliliğimizin ilk yılından beri sevgili eşim bir okuma aşkıdır tutturdu gidiyor. İlk iki yıl Adalet Meslek Yüksek Okulunu bitirdi. Kendi alanlarındaki sınavlara girebilmek için. Sonra da 2 yıllık diplomasını 4 yıllığa çıkarmaya gayret etti. Onun için de Açık Öğretim Fakültesi Kamu Yönetimi okuyor. Bu sene de diğer senelerimiz gibi eşim için ders çalışmakla ve sınava girmekle geçti. Hele bu sene girdiği icra müdürlüğü sınavı onun için baya zordu, ve hayal kırıklığı le sonuçlandı. Ama canımcığımın yapacağı çok fazla bir şey yoktu, sınav tarihi bizim bebişle aynı zamanlara denk geldi. O nedenle istediği gibi çalışamadı. Ama olsun bu sene tekrar girme hakkı var. Eminin 2013 eşimin yılı olacak. Hem 4 yıllık fakültesini bitirecek, hem de icra müdürlüğü sınavını kazanacak.
İşte böyle 2012 bizim için çok harika bir yıldı. Umarım 2013 te yine öyle olur, güzellikler getirir.

17 Kasım 2012 Cumartesi

NE KADAR DEĞERLİSİNİZ..?

Önemli olan senin ne kadar iyi olduğun değil, karşınızdakinin iyiliğinizi görebilmesidir... Değerinizi bilen kişilerin olduğu ilişkilerinizin olması dileğimle iyi hafta sonları....

12 Ekim 2012 Cuma

BANA BİR ÜTÜ ÖNERİR MİSİNİZ?

          Maalesef böyle bir kocam yok. Sağolsun kendisi birçok ev işinde yardımcı olur ama iş ütü yapmaya gelince semtine uğramaz. 3 yıllık evliliğimizde eşimin elinde ütüyü sadece geçen akşam gördüm, o da Çağan'ın kıyafetlerini ütülüyordu. Söz konusu oğluş olunca zevkle yapmış güya.Tabi böyle bir kocayı her kadın ister. Ama ben kocamdan razıyım, Allah da ondan razı olsun, varsın ütü yapmasın.
          Eskiden ütü yapmayı severdim. Ama evlenince eşime pantalon ve gömlek ütüsü yapmaktan bir hal oldum. Eşim memur olduğu için genelde masa başında çalışıyor.Bu nedenle de gömleklerin manşetleri çok kirleniyor, oturarak çalıştığı için de pantalonların diz arkaları kırış kırış oluyor. Tabi 9 yıl oldu alalı. İçinde su bırakmama rağmen artık kireçlendi mi nedir eskisi gibi güzel ütü yapmıyor. Eşim içini açıp temizledi yine olmadı. Gömlekleri ütülüyorum, ütü masasında gayet güzel ütülenmiş, dümdüz şeklide oluyor, askıya asıp dolaba kaldırıyorum. Giyileceği zaman dolaptan çıkartıyorum sanki ütülenmemiş gibi. Kaç defa pencereden aşağı ütüyü fırlatasım geldi.
          Şimdi sizlerden memnun olduğunuz ütü tavsiyeleri almak istiyorum. Özellikle buhar jenaratörlü (kazanlı) olanlarından. Şimdiden tavsiyeleriniz için teşekkürler... Sevgiler....... 
          

NE GÜZEL SÖYLEMİŞ ÜSTAD



          Günaydın herkese... 
          Geçtiğimiz günlerde büyük tiyatro üstadı Müşfik Kenter'i kaybetmiştik. Bana her zaman sevgili Yıldız Kenter'le ikisi bir köprünün iki ayağı gibi gelmiştir. Şimdi o ayaklardan biri yok. Sanki tiyatro köprüsü çökecek gibi düşündüm ilk başlarda. Ama eminim ki onların yetiştirdiği tiyatrocular, oyuncular bu köprüyü başarıyla taşımaya devam edeceklerdir.
          Müşfik Kenter'in dediği gibi hayatta her zaman yaptıklarımızı eleştirenler, beğenmeyenler, aksini söyleyenler illa ki olur. O nedenle emin olduğumuz şeylerden vazgeçmemek, dik durmak gerekir.
         Müşfik Kenter'i saygıyla anıyorum, herkese hayırlı cumalar diliyorum.


11 Ekim 2012 Perşembe

KIRKIMIZ ÇIKTI KORKUMUZ UÇTU

 
Benim minik kuzum...
 
          Geçen hafta pazartesi günü Çağan'ın kırkı çıktı. Kırkı çıkınca her şey değişir diyorlar. Bebeğin kendine göre düzeni oturmaya başlarmış. Bakacaz artık... İnşallah benim küçük adamım annesi üzmeyen bebişlerden olur. Gülücükleri, aguları bekliyoruz artık...
 

 
          Kırk banyomuzu da yaptık. Banyo suyunun içine taş gibi sağlam karakterli olsun diye 40 tane taş, altın gibi değerli oldun diye çeyrek altın, nazar değmesin diye nazar boncuğu, dertlerine derman, hastalıklarına şifa bulsun diye çörek otu, güzel koksun diye gül suyu ve karanfil koyduk. Oğluşu ananesiyle birlikte yıkadık ve tuzladık. 15 dk kadar da havlusuna sarıp tuzlu tuzlu beklettik. O hafta cuma günü de ilk gezmemizi yaptık. Halamıza gittik. Babanemiz de gelmişti. Çünkü ertesi gün bebek mevlüdümüz vardı, yani cumartesi günü. Mevlüdümüze öğretmen arkadaşlarım ve komşularımız gelmişti. Maalesef gurbette olduğumuz için akrabalarımız yoktu. Ama gelenlere çok teşekkür ediyorum, ayaklarına sağlık. Çok güzel bir mevlüt oldu. Ananemiz ve babanemiz tavuklu pilav yapmışlardı. Yanında ayran ve lokma talısıyla ikram ettik.
 
 
          Ve tabiki lohusa şerbetimiz olmadan olmaz... Antep yöresinde pek bilmiyorlar lohusa şerbetini. Adana-Mersin yöresinde de "kaynar" diyorlar. Sıcak ve cevizle ikram ediyorlar. Bir tencerenin içine bolca su koyuluyor.İçine lohusa şekeri (pembe renkli bir şeker), biraz şeker, kök zencefil, çubuk tarçın, karanfil ve yeni bahar konularak kaynatılıyor. Bizim Denizli'de bu şerbeti soğuk ikram ederler. Biz de öyle yaptık fakat bardakların içine ceviz koyduk. YAni iki yöreyi harmanladık. :)
 
 
 
Küçük adam..
Rabbim seni hayırlı, ömürlü, sağlıklı kılsın yavrum benim. Her türlü kötülükten, dertten tasadan, hastalıklardan  Tüm çocuklarla beraber korusun. Bahtın güzel olsun canımıniçi..
  

10 Ekim 2012 Çarşamba

BEN ANNE OLMADAN ÖNCE


Gece ne kadar geç yatacağım ya da sabah ne kadar geç kalkacağımı düşünmezdim.

Dişlerimi fırçalar, saçlarımı uzun uzun tarayabilirdim.

Kesintisiz, düşüncesiz uyuyabilmenin kıymetini bilmezdim.

Evimi her gün temizlerdim. Hatta süsler, püsler, küçük dekorasyon oyunları yapardım.

Evimi dağıtacak şeylerin küçük oyuncaklar, yırtık kağıtlar olacağı aklıma bile gelmezdi.

Saksılarımın zehirli olup olmadığını düşünmemiştim bile. Ya da banyoda duran el sabununun bir içecek gözüyle görülebileceğini.

Üzerime bu kadar işeneceğini, kusulacağını ve daha da ilginci bundan rahatsız olmayacağımı bilemezdim.

Gaz çıkartmanın eğlenceli tarafını göremezdim.

Ağlayan bir bebeği aşısı yapılsın ya da test için kan alınacak diye böğüre böğüre kucağımda sıkabileceğimi bilmezdim.

Ağlamaklı gözlere bakıp ağlayabileceğimi, minik bir tebessümden büyük mutluluklar yaşayabileceğimi düşünemezdim.

Saatlerce uyuyan bir bebeği seyretmek için uyanık kalabileceğimi düşünmezdim.

Kalbimin vücudumun dışında bir yerlerde olabileceğini tahmin edemezdim.

Aç bir bebeği doyurmanın insanın ruhunu nasıl doyurabildiğini bilemezdim.

Bir anne ile çocuğunun arasındaki bağın göbek bağından çok daha sağlam olduğunu anlayamazdım.

Bu kadar küçük bir bedenin bu kadar büyük bir huzur verebileceğini düşünemezdim.

Bütün bir gece boyunca, hatta geceler boyunca her şeyin yolunda gidip gitmediğini kontrol etmek için 10 dakikada bir uyanacağıma, kapılardan nefes sesi dinleyeceğime inanmazdım.

İyi ki bana bu duyguları yaşatıyorsun, iyi ki benimsin bebeğim....

30 Eylül 2012 Pazar

GAZ SANCISI

Hani geçen gün şu televizyondaki bebeklerin reklamını beğendiğimi söylemiştim ya, sanki oğlum da onları izlemiş gibi dün gece hep huzursuzdu, doğru dürüst uyumadı. Yazık yavrum uyuduğunda ise iniltili uyudu. Ama bizim sıkıntımız gaz sancısıydı. Çeşitli yöntemler denedik. İşe yaradılar ama sadece bir müddet.
  • Yöntemlerden ilki ayakları ile karnına doğru çekerek masaj yapmaktı. Genelde işe yarıyor. 
  • Yöntemlerden bir tanesi; "Colinox" adındaki damlayı kullandık. Tabi ki bu hemen etki etmedi, ama aşağı yukarı iki saat sonra yararını gördük. Arkadaşlarımdan "Zinko", "Colico" isimli ilaçları da duydum. Bu adını saydığım ilaçlar ve kendi kullandığımda dahil bitkisel ilaçlar. O nedenle güvenle kullanılabilir. 
  • Diğer bir yöntem de kaynatılmış soğutulmuş zeytinyağı ile karnına masaj yapıp ütü ile ısıttığımız küçük bir havluyu bodysinini üzerinden karnının üstüne koymaktı. Bunu uygulayınca bebek bir süre rahatladı.
  • Bir diğer yöntem de sırtına ve beline masaj yapmak. Bu yöntemi Çağancık çok sevdi.
Bunlar bizim uyguladığımız yöntemlerdi. Banyo yaptırmak da işe yarıyor. Ama maalesef bizim sularımız kesikti. Neyse Çağancık o kadar masajların ardından yorgunluğa ve uykusuzluğa dayanamadı, rahatlamış bir şekilde uyuyakaldı kuzum.

Bir de tabi ki annenin de beslenmesine dikkat etmesi gerekiyor. Ben gaz yapan yiyeceklerle iligili küçük bir araştırma yaptım. Annelerimizden ve arkadaşlarımdan duyduklarımı da ekledim. Ama gördüm ki anne sütünü arttırır dedikleri bazı gıdalar gaz yapıyor. Bu da işin tezatlığı tabi ki.. Araştırma sonuçlarımı aktarıcam birazdan. Tabi ki sevgili blogger anneleri bunları zaten biliyordur; ama benim gibi yeni anne olmuşlara ve olacaklara faydam olursa ne mutlu bana. :)

* İçinde kafein olan gıdalar (kahve, kola, çikolata)
*Gazlı içecekler ve soda
*Fındık, fıstık
*İnek sütü (Şekerli içilirse gaz yapmazmış...)
*Çiğ soğan, çiğ sarımsak (Çiğ soğan aynı zamanda anne sütünü de arttırıyor.)
*Brokoli, lahana, karnıbahar
*Baharatlı yiyecekler
*Kuru baklagiller ( kuru baklagilleri ıslattığımız suyun dökülmesi, haşladıktan sonra da haşlanılan suyun dökülmesi gerekiyor. Ama yine de yenmemesinde fayda var.)
*Aşure, keşkek gibi yarmanın (dövmenin) kullanıldığı çorbalar, yemekler
*Portakal, kavun,
*Sucuk, sosis, salam, patates cipsi, turşu gibi katlı maddeleri gıdalar
*Bulgur pilavı, mercimek çorbası (Bulgur pilavı ve yeşil mercimek de anne sütünü arttırıyor.)
Bu gıdaların hemen hemen hepsinden beslenmemizde sakınmamız çok zor. Ne kadar dikkat etsek de bebeklerde bağırsak sistemleri henüz düzene girmediği için illaki gaz oluyor. Ama işte bazen çok şiddetli oluyor, bazen çok hafif bir şekilde atlatılıyor. Çağan'ın doktoru özellikle yukarıda saydığım gıdalardan fazlasına kaçmadanyiyebileceğimi söylemişti. Ama ben yine de dikkat etmeye çalışıyorum.

 Bu gıdaların dışında bebeklerde gaz sorununa çözüm olabilecek şeyler de var. Bunlar:
  • Emzirdikten sonra bebeğin mutlaka gazının çıkarılması gerekiyor.
  • Yemeklere bol kimyon koymak.
  • Anne rezene+melisa+anason çayı içebilir. Bebeğe de Humana'nın rezene çayı veya normal rezene çayı kaşıkla içirilebilir.
  • Mama ile beslenen bebekler anne sütü ile beslenen bebeklere göre daha gazlı oluyorlar.
  • Karnıbahar, lahana, brokoli gibi sebzeleri haşlarken gazının alınması için haşlama suyunun içine elma sirkesi konulabilir.
  • Muskat rendesi gaza iyi geliyormuş.
  • Bebeğin burnu tıkalı ise de gaz olabilir.
  • Bebeğin gaz sancısı olduğu zaman annenin sakin olması, olaya ve bebeğe hakim olması, bebeğe yumuşak dokunuşlarla dokunması, bebekle alçak ve sakin bir ses tonu ile konuşulması bebeği yatıştırıyor. Çünkü bebekler ortamdaki negatif veya pozitif enerjiyi çok çabuk hissedebiliyorlar. Anne gergin olursa bebek de geriliyor.
  • Bebek gaz sancısından dolayı kıvranıyorsa bazen ortam değişikliği de işe yarayabiliyor.
  • Eğer anne bebeğin gaz sorunu nedeniyle gerilmişse bebeği babasına veya yanımızda kim varsa (annane, babanne, teyze, hala...) bebeği onlara verip açık havaya çıkması da çözüm olabilir. (En azından anneyi rahatlatır.) 
  • Bebeğin bulunduğu odanın havalandırılmış olması, aydıklık olması ve kalabalık olmaması da önemli.
  • Bebeğin bulunduğu odada elektrikli süpürge, saç kurutma makinesi gibi sesli aletlerin çalıştırılması da bebeğin dikkatini sese odaklamasına neden oluyormuş. Bebekler anne karnı içindeyken de bunlara benzer sesler işittikleri için bu sesler kulaklarına aşina geliyormuş.
3-4 ay sonra çoğu bebekte gaz sancıları geçiyor. O nedenle biraz sabırlı olmamız gerekiyor. Gaz sancısız, mutlu, keyifli bebişleriniz olaması dileklerimle.....

29 Eylül 2012 Cumartesi

ÜMİTLE BEKLEMEK

Biz Çağan'a tedaviyle sahip olduk. Çok şükür Rabbime onu bize gönderdi, bu güzelliği bize yaşattı. Darısı ümitle bebek sahibi olmak için bekleyen tüm anne-babalara olsun inşallah. Çağan'ı beklerken, tedavi aşamasında nette bulduğum bu yazı ile günlerimi geçiriyordum. Çoğu zaman da ağlayarak tabi. Hani diyorlar ya.. Sen kafanı rahat tut, fazla bu konuyu düşünmemeye çalış. Mümkün mü? Bebek özlemiyle yanıp tutuşan bir kadının bu konuyu düşünmemesi mümkün mü? Dosyaları incelerken bu yazıyı gördüm. Yine ağladım, ama bu sefer mutluluktan.. Tadavi sırasında bir türlü paylaşmayı için el vermiyordu, ama şimdi paylaşıyorum. Bekleyenlere.... Ümidinizi kaybetmeyin...

Ümitle Beklemek....

Gelmek bilmeyen bebeğime..................................................................


Yine sonbahar çöktü bakışlarıma….yine hüzünler yan çiziyor yüreğimde. Yine bekleyişlerimin bu kaçıncı sabahı….hep bir ümitle bekliyorum yollarını….ha geldi, ha gelecek. Gelecek ve içimdeki bu özlemi, bu hasreti dindirecek diye…

Yüreğimde hatıralarının sindiği yapraklar, sonbaharın gelişi ile düşmeye başladı….gönül sevdan kan kaybediyor hadi gel meleğim….özlemlerim tavan yapmışken, daha her şeye son verilmemişken, dindir şu yüreğimde ateşini sevdanın….

Yosun tutmuş bakışlarımda kaç geceyi uykusuz geçirdim, ah bilsen bebeğim….kaç gece düşlerimde besledim, hayallerini…kaç yıl aralıksız yollarını gözetledi bu gözler….gelmedin her baktığımda, gelirsin diye sonbaharı bekledim hep….özlemlerimiz son bulur diye…..

Yağmur misali gözyaşı döküşlerim ile ıslattım yollarını…..gözlerimdeki özlemlerle büyüttüm sevdamızı…yitik sayfalara terk etmedim ben seni…hep taze ve hep canlı tuttum hayallerini ve seni….ama sen gelmedin, ya da gelemedin bebeğim…..

Yine çöreklenmiş bakışlarımız bir sonbahar akşamını devirirken, yine efsunlu bakışlarımızla sabahlamaya yeltendik bu gece….ümitlerimiz hiç son bulmadı ve bulmayacak….bulsaydı zaten beklemekte olmazdı…bekliyoruz ümidimizin bizi götürdüğü yere kadar…hadi gellll bebeğim…

Ümitle yaşamayı senden öğrendik…ümitle bekledik ve bekliyoruz….sıraladık geceye gözlerimizi ve sen gelene kadarda bekleyeceğiz bebeğim ….solgun bakışlarımızda her zaman bir ümitle döneceğin günü iple çekeceğiz...hadi bebeğim hadi çok bekletmeden annene gel…….

25 Eylül 2012 Salı

TÜRKÜLER YETİM KALDI

Zahidem.... Acem Kızı... Yalan Dünya... Yazımı Kışa Çevirdin... Yardan Ayrı Düşeli.... Hangi birini yazayım ki.. Büyük ozan Neşet Ertaş bugün dünyaya veda etti. Türküleri yetim kaldı. O gerçekten Türkiye'nin, Türk insanının bir değeriydi, nasıl ki Kemal Sunal gibi, Barış Manço gibi, Hacivat ve Karagöz gibi...Evet evet... Okullarda "Değerlerimiz" temasını işlerken Hacivat ve Karagöz'ü, Nasrettin Hoca'yı işliyorsak Neşet Ertaş'ın, Kemal Sunal'ın, Barış Manço'nun ve onlar gibi nicelerinin de adını geçirmeliyiz o derslerde. Çocuklarımıza, öğrencilerimize bu değerlere sahip çıkmalarını öğütlemeliyiz. Çünkü onlar gibisi bir daha geri gelmeyecek. Benim çocuğum bunları öğrenecek, bundan eminim. Temennim bütün Türk çocuklarının da öğrenmesi. Sevgili "Türkü Baba" mekanın cennet olsun...

22 Eylül 2012 Cumartesi

ÜÇ KİŞİLİK BİR HAYAT...

        
  Merhaba  sevgili bloggerlar.. 1 aydan daha fazla bir süredir yazı yayınlayamıyorum. Çünkü bu süre içerisinde hayatımızda çok önemli bir değişiklik oldu. Ailemize bir birey daha katıldı. Evet, 8 buçuk aydır özlemle ve merakla yolunu gözlediğimiz bebeğimiz "Artık yeter, sıkıldım burdan!" dedi. Yoksa aslında zamanını bekleseydi eylülün 10 u ile 15 arasında doğacaktı. Ama bizimki acele etti ve 18 gün erken geldi.
          Zaten son zamanlarda doktorumuz sabah akşam tansiyonumu ölçmemi, yükseldiğinde de hemen haber vermemi istemişti. 22 Ağustos gecesi tansiyonum 15-10 çıkınca kendisini aradık. Hemen hastaneye yatış yapmamızı söyledi. Tansiyonum hastanede kontrole alındı. Ertesi sabah, yani 23 Ağustos 2012'de oğlumuz sezeryanla dünyaya geldi. Aslında normal doğumu ne kadar da istemiştim. Ama zaten doktorumuz son kontrollerimizde bebeğin kordonu 2 defa boynuna doladığı için ve benim tansiyonum son zamanlarda hafif yükselmeye başladığı için normal doğum olamıyacağını, ne kadar anne karnında tutabilirsek o kadar iyi olduğunu söylemişti.
          Ama tabi ki beyefendiyi fazla tutamadık içerde. O nedenle de bebeğimizi küveze aldılar. Ciğerleri gelişmemişti, çok hızlı nefes alıp veriyordu. Doğumdan 1 gün sonra beni taburcu ettiler. Bebeğimiz hastanede kaldı. Günde 3 defa bebeği emzirmek için hastaneye gidiyordum. Doğum yaptığım hastane (Gaziantep Düztepe Yaşam Hastanesi) evimize hem uzaktı hem de yolları bozuktu. Yollarda hoplaya zıplaya, acı çeke çeke gittim geldim. Annelik işte! :) Bu süre zarfında doğru düzgün dinlenemedim tabi, bu "küçük adam" bana lohusalığımı bile yaşatmadı. Ama önemli olan bebeğimizin sağlıklı olması. Bebeğimiz yoğun bakımda 8 gün kaldı. Bu sürede yoğun bakımda başımıza gelmeyen kalmadı. Günde üç defa emzirmek için gitmeme rağmen bebeğimin daha sonraki beslenmeleri için anne sütü sağıp oraya bırakıyordum. Ama buzdolabında ağzına kadar dolu üzerinde "polat bebek" yazılı bir biberon anne sütünün verilmediğini görüyordum. Bu olay başımıza üç defa geldi. Ayrıca Yoğun bakımda hijyenik kurallara fazla dikkat edilmediği için bebeğimiz yoğun bakımda rota virüsü kaptı ve ishal oldu. Bu konuları hastane idaresi ile görüştük ve bebeğimizi kendi isteğimizle yoğun bakımdan çıkarttık. Başka  bir hastanede tekrar muayene etti ve bebeğimizin tekrar yoğun bakımda yatmasına gerek olmadığını, eve çıkarabileceğimizi söyledi.
          Bebeğimizi nihayet evimize getirebildik. "Küçük adam" evimizdeki boşluğu dolduruverdi. Evimizde bir bayram havası esmeye başladı. Bizde bu nedenle bayram anlamı taşıyan "Çağan" adını koyduk bebeğimize. Bebeğimizin adı "Fikret Çağan" olarak kulağına okundu. Büyükbabamız yanımıza gelince adını bebeğimizin kulağına okudu.
          Artık şu zamandan itibaren siz değerli blogger annelerinin tavsiyelerine ihtiyacım olacak. Umarım sorunlarımıza çözüm olarak tavsiyelerinizi benimle paylaşırsınız. Herkese kucak dolusu sevgiler...

9 Ağustos 2012 Perşembe

YAŞAMAK ŞAKAYA GELMEZ

Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
 bir sincap gibi mesela,
 yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
 yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
 Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki, mesela,
 kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin, beyaz gömleğinle bir laboratuarda insanlar için ölebileceksin,
 hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
 hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
 hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanı ağır bastığından.
"Nazım Hikmet

15 Nisan 2012 Pazar

İYİ Kİ DOĞMUŞUM BEN...

Ve hayat hak ettiği gibi yaşandığında güzel...
Kimseyi değiştiremezsin hayatta
Ve kimse için de değişmemelisin.
Kimliğini kaybettiğin an, hayatını çöpe attın demektir.
İstemediğin sürece hiçbir şey için ödün vermeyeceksin hayatta. Gün gelir verecek bir şeyin kalmaz çünkü.
Her şeyi sen istediğin için yapacaksın, başkası senden istediği için değil.
Ve sen! Sen olarak kaldığın sürece senin yanında olanlar da mutlu olacaklardır.
Bırak hayatına eşlik etmek isteyenler gelsin seninle. Yolun bitimine kadar gelmeleri şart değil. Herkesin gidebileceği bir yol vardır. Sen yeterki yanında yer ayırmayı bil. Ne sen kimse için mecburi istikametsin, ne de bir başkası senin için mecburi..Seninle gelmek isteyenleri yanına al. Belki birlikte daha bir çok şey katabilirsiniz bu hayata. Yanında seni mutlu ettiği sürece kalsın hayatında, zorlama kendini.
Hayat rahat insanlarla güzel.
Ve hayat hakettiği gibi yaşandığında güzel...

32 yaşıma girdim bugün. Hayatı hakkını vererek yaşamaya çalıştım şimdiye kadar. Çok şükür Rabbime hep güzel şeyler  ve güzel insanlar karşıma çıkardı. Tabi olumsuz durumlarım, çok üzüldüğüm dönemlerim oldu. Ama bunları atlatabilme gücünü sevdiklerimle birlikte buldum. 32 yaşımda içimdeki küçük kalple birlikte sanki yeniden doğmuş gibiyim. Yine çok şükür ki bu güzelliği yaşıyorum. İyi ki doğmuşum diyorum.. Her zaman yanımda olan  canım aileme; hayatımı anlamlandıran, mutluluğu bana tattıran biricik eşime; desteklerini hissettiğim sevgili dostlarım ve arkadaşlarıma teşekkür ederim...

4 Mart 2012 Pazar

ENSE KALINLIĞI 0,7mm

     Çok şükür dünkü konrolümüzde her şey normaldi. Bebeğimiz çok hareketliymiş. Hareketini henüz hissedmiyorum ama bağırsaklarımdaki anormal sesler ve hareketi o yapıyormuş. Ultrasonda izlediğimizde eli ayağı hiç sürekli hareket halindeydi. Onu o şekilde görmek eşimle beni çok heyecanlandırdı. Her kontrolde gerçi ayrı bir heyecan hissediyoruz fakat bu seferki daha farklıydı.             
      Doktor kontolden önce bize bir soru sordu. Bu zamana kadar o sorunun cevabını eşim de ben de hiç düşünmemiştik. ""Malum 12. haftadasınız. Bu haftalarda 2'li test için tahlil yaptırırız. 2'li testte bebeğin kromozomal bir rahatsızlığı var mı yok mu bunu tespit etmeye çalışırız. "Öncelikle size bebeğiniz down sendrolu olsa aldırır mıydınız?" diye soruyorum."" Gerçekten doktor o soruyu sordu ve biz eşimle birbirimize baktık ve kalakaldık. Olumsuz şeyleri aklımıza getirmemeye çalıştığımız için böyle bir soru ve cevabı için hiç düşünmemiştik açıkçası. Kısa bir süre sonra ikimiz de birden "Yok, aldırmayız." cevabını verince doktaor ekledi: "Öyleyse 2'li testin sonucu sizin için önemli değil, isterseniz yaptırmayabilirsiniz." dedi. Biz de "Bebeğimizi aldırmayız ama yine sonucu merak ederiz. Biz testi yaptıracağız."dedik. Sonra doktor bizi muyane odasına aldı. Ultrason görüntüsü alana kadar en fazla 1 dk geçmiştir. Ama bana o 1 dk. bir ömür gibi geldi. Nihayet "ense kalınlığının" 0.7 mm olduğunu, 3mm'ye yakın veya fazla olursa riskli olduğunu söyleyince eşimle göz göze geldik ve derin bir "Ohhh!" çektik. Demir, magnezyum ve vitamin takviyeleri ile kontrolümüz bitti.
       Çok şükür her şey yolundaymış... Mulu hamile, mutlu eş, mutlu bebek... herkese iyi pazarlar diliyorum.....

3 Mart 2012 Cumartesi

OLUMLU DÜŞÜNMEK VE 7 AĞAÇ PROJESİ

     Kaç zamandır  rüyalarımda merdivenden düştüğümü görüyorum. Günlük hayatta en çok korktuğum şeylerden bir tanesi. Özellikle okulda öğretmenler odası ile sınıfım arasındaki merdivenleri inerken.. Bir de okuldaki en büyük tehlikelerden birisi koridorlarda veya merdivenlerde öğrencilerin kontrolsüz davranışları. Karnıma darbe almak da ikinci korktuğum mevzu. Valla artık böyle olumsuz düşüne düşüne bir gün başıma gelecek.. Rüyalarıma bile girdiğine göre...
     Hamilelikte 12. haftayı bitiyoruz. Mide bulantılı ilk üç ay geçti yani, çok şükür. Genelde mide bulantılarının ilk üç ayda geçtiğini söylüyorlar. Ben de bu zamanı hamileliğimde bir basamak olarak düşünüyorum. Yazık anneciğimi esir aldık. Kadıncağız sömestir tatili için gelmişti 2 aya yakındır yanımızda. Sürekli öğüren bir "Müge Anne" yi bırakamadı. Babamla kardeşim Denizli'de perişan oldu. Gerçi onlar her ne kadar "Biz idare ediyoruz. Sen bizi düşünme." deselerde benim içim rahat değil.
     Artık olumsuzları olumluya çevirme zamanım geldi.  Atrık gereksiz kuruntulara düşüp de canımı sıkmayacağım. Rahat bir hamilelik dönemi geçirmem benim elimde. Bunun için dua ediyoru. Duanın gücüne çok inanıyorum. "Allahım bana mutlu ve huzurlu bir hamilelik, sağlıklı ve huzurlu bir doğum, sağlıklı ve mutlu bir bebek nasip et." Bu konuda önce Allah'a, sonra kendime, en çokta bebeğime güveniyorum.
     Bunun için bebeğim için bir şey yapmaya karar verdim. Bebeğimin doğumu için Çekül Vakfı'nın "7 Ağaç" projesine katılmaya karar verdim. Bebeğimin doğumu şerefine 7 ağaç dikiyorum. Bu ağaçlar bebeğimle birlikte büyüyecekler inşaallah. Sadece doğum için değil çeşitli amaçlarla (hediye, yıldönümü, özel günler, vefat, geçmiş olsun...) Çekül Vakfı aracılığı ile doğaya ağaç bağışlıyabiliyorsunuz. "Projenin adı neden 7 Ağaç?" şeklinde aklınıza bir soru geldi sanırım. Çünkü insan ömrü boyunca yedi ağacın meyveler kadar tüketim yaparmış. Buna sadece meyve olarak bakmamak lazım. Nefes alırken içimize çektiğimiz oksijen, kullandığımız kağıtlar, mobilyalar...  Bununla ilgili linki gönderiyorum. İlgilenenler için... http://www.cekulvakfi.org.tr/yediagac

26 Şubat 2012 Pazar

BİR İNSANIN ANAVATANI ÇOCUKLUĞUDUR

 

Bir gün seminere başlamadan önce kısa boylu güler yüzlü birisi geldi, Hocam elinizi öpmek istiyorum, dedi. Ben el öptürmekten pek hoşlanmadığım için, yanaktan öpüşelim, dedim, öpüştük. Aramızda şöyle bir konuşma yer aldı:

- Hayrola, neden elimi öpmek istedin?

- Hocam, üç yıl önce sizin bir seminerinizi katıldım. Hayatım değişti. O seminerden sonra daha mutlu bir ailem var ve size teşekkür etmek istiyorum; onun için elinizi öpmek istedim.

- Ne oldu, nasıl oldu?

- Üç yıl önce şirketimizin organize ettiği iki günlük bir seminerde bizimle beraberdiniz. O seminerin bitişine doğru dediniz ki, “Bir insanın anavatanı çocukluğudur. Çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir insanın mutlu olması çok zordur. Bir annenin, bir babanın en önemli görevi, çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar yaratmaktır.”

Bir süre sustu, bir şey hatırlamak ister gibi düşündü, sonra konuşmaya devam etti:

- Hatta daha da ilerisi için söylediniz; dediniz ki, “Bir ulusun en önemli görevi çocuklarının çocukluğunu doya doya yaşamasına olanaklar yaratmaktır.” Ben bir baba olarak sizi duyduğum zaman kendi kendime düşündüm: Ben bir baba olarak çocuğumun çocukluğunu doya doya yaşamasına fırsatlar yaratıyor muyum? Böyle bir sorunun o zamana kadar hiç aklıma gelmediğini fark ettim. Ben ne yapıyorum, diye düşündüm. Benim yaptığım sanırım birçok babanın yaptığının aynısıydı. Dokuz yaşındaki oğlum ben işten eve gelince beni görmemeye, benden kaçmaya çalışıyordu. Neden kaçmaya çalışıyordu, biliyor musunuz, Hocam?

- Hayır, neden?

- Çünkü onu görünce hemen şu soruyu soruyordum. “Oğlum bugün ödevini yaptın mı?” Tuhaf tuhaf bakıyor, gözünü kaçırıyor, daha da sıkıştırınca, hayır anlamına gelen, “cık” sesini çıkarıyordu. Kızıyordum, söyleniyordum, “Niye yapmıyorsun ödevini!” diyordum. Aramızda sürekli tartışmalar, sürtüşmeler oluşuyordu. Tabii bunun sonucunda bütün aile huzursuz oluyordu.

Burada biraz sustu, soluklandı. Sanki hatırlamak istemediği anılar vardı; onların üstesinden gelmeye çalışıyordu. Sonra konuşmaya devam etti:

- Ben sizin seminerinizden çıktıktan sonra düşünmeye başladım. “Ben ne biçim babayım,” diye kendime sordum. Seminer için geldiğim İstanbul’dan çalışma yerim olan Kayseri’ye gidinceye kadar düşündüm; otobüste bütün gece düşündüm ve sonra kendi kendime dedim ki, eşimle konuşayım, biz birlikte bir karar alalım. Diyelim ki bu çocuk isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama doya doya çocukluğunu yaşasın.

- Radikal bir karar!

- Evet, uçta bir karar, ama bu karar içime çok iyi geldi, Hocam. Gerginliğim, üzüntüm gitti, içim rahat etti. Ben eve gelince eşime dedim ki, hadi gel otur, konuşalım. Yemekten sonra oturduk konuştuk, çocuklar yattı biz konuşmaya devam ettik. Seminerde anlatılanları aktardım, böyle böyle böyle diye izah ettim ona ve en nihayet dedim ki, ya benim gönlümden ne geçiyor sana söyleyeyim. Bizim oğlumuz var ya bizim oğlumuz, o isterse beş yıl sınıfta kalsın, ama çocukluğunu yaşasın! Şimdiye kadar onun çocukluğunu yaşamasıyla ile ilgili pek bir çaba göstermedik, bir bilinç göstermedik, oluruna bıraktık. Gel şimdi değiştirelim bunu.

- Eşiniz ne dedi?

- Hocam biliyor musun ne oldu?

- Ne oldu?

- Karım hayretle bana baktı ve dedi ki, “Bu ne biçim seminer be! Kim bu adam? Öyle şey mi olur; yok bizim ki çocukluğunu yaşayacakmış! Bizim çocuk çocukluğunu yaşarken öbürküler sınıflarını geçecek ilerleyecek! Öyle şey olmaz.”
- Anlıyorum; anne olarak çocuğunun geride kalmasını istemiyor, kaygılanıyor!

- Fakat hocam ben pes etmedim, bırakmadım, mücadeleye devam ettim. Her gün, her akşam gece yarılarına kadar karımla konuştum. Üç gecenin sonunda bana, peki ne halin varsa gör, dedi.

- Pes etti, yani. Peki, sen ne yaptın?

- İşte onu dediği günün sabahı eşofmanımı, ayakkabımı şöyle kapının yanına bıraktım işe gittim; işten dönünce oğlumun gözüne baktım ve dedim ki, oğlum bugün doya doya oynadın mı? Bana hayretle baktı ve “Hayır!” anlamına gelen “cıkk” dedi. O zaman, hadi gel beraber aşağıya ineceğiz, oynayacağız, dedim. Eşofmanımı giydim, ayakkabımı giydim, onunla beraber sokağa çıktık. Pencereden arkadaşları bakıyorlarmış, onlar da sokağa çıktılar; birlikte sokakta oyun oynadık. Akşam saat altıdan sekiz buçuğa kadar sokaktaydık. Eve gelince toz toprak içindeyiz, beraber banyoya girdik, duş yaptık. Havluyla kuruladım, çok mutluyduk ve o günden sonra işten dönünce her gün onunla oynamaya başladım. Her gün, her gün, her gün oynadım. Yedi gün sekiz gün sonraydı galiba, bir gün banyodan çıkarken onu kuruluyorum havluyla, kolumu tuttu, bana döndü ve dedi ki, baba ya, ben seni çok seviyorum. Hocam nefesim durdu, gözüm yaşardı, konuşamadım. Çünkü farkına vardım ki, şimdiye kadar sevdiğini hiç söylememişti. Düşündüm, şimdiye kadar hiç söylemediğinin farkında değildim; belki ömür boyu söylemeyecekti. “Ne büyük tehlike!” diye düşündüm. Ömür boyu onun bana bu cümleyi söylemediğinin farkında olmayacaktım.

- Demek farkına vardın, seni kutlarım. Senin farkına vardığın bu durum birçok anne ve babanın farkında olmadığı gizil, örtük ama önemli bir tehlike!

- İçimde bir şükür duygusu, havluyla çocuğumu kuruladım ve giydirdim ve artık her gün oyun oynamaya devam ettik. Zaman geçti, iki hafta sonra okul, öğretmen veli buluşması için okula davet etti. Daha önceki veli buluşmalarında öğretmen, “Sizin oğlunuz akıllı bir çocuk, ama ödevleri kargacık burgacık yazıyor, dikkat etmiyor. Sınıfta arkadaşlarını rahatsız ediyor, onları itiyor kakıyor, lütfen onunla konuşun. Ödevlerine ilgi gösterin, sınıfta arkadaşlarını rahatsız etmesin. Ödevlerini doğru dürüst yapsın,” demişti. O nedenle öğretmen buluşmasına gitmekten çekiniyordum. Bu davet gelince ben eşime dedim ki, hadi okuldaki buluşmaya beraber gidelim! Yok, dedi, sen tek başına gideceksin, ben gelmeyeceğim.

- Eşiniz gelmek istemedi!

- Hayır istemedi. Ya beraber gidelim, diye ısrar ettim hayır hayır sen yalnız gideceksin dedi. Ben yalnız gittim ve diğer veliler geldikçe sıra bende olduğu halde sıranın arkasına geçtim, sıranın arkasına geçtim ki başka kimse olmadan öğretmenle konuşayım, diye. Mahcup olacağımı düşünüyordum. Her şeyin daha kötüye gittiğini düşünüyordum. En nihayet bütün veliler öğretmenle konuşmalarını bitirip gittiler. Sıra bende! Öğretmenin karşısına geçtim, bana baktı gülümsedi, siz ne yaptınız bu çocuğa, dedi. Hiç cevap vermedim, önüme baktım. Lütfen söyleyin ne yaptınız bu çocuğa, dedi. “Çok mu kötü hocam?” diye sordum. Gülümsedi, hayır, kötü değil, dedi. “Artık sınıfta arkadaşlarını hiç rahatsız etmiyor, ödevleri iyileşti, tam istediğim öğrenci oldu. Ne yaptınız bu çocuğa siz?”

- Herhalde bir baba olarak çok mutlu oldunuz?

- Hocam biliyor musunuz öğretmenin karşısında ağlamaya başladım. İnanamıyordum kulağıma, içimden, vay evladım, biz sana ne yaptık şimdiye kadar, duygusu vardı. Eve geldim, karım yüzüme baktı, gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı. “O kadar mı kötü?” diye sordu. Ona da cevap veremedim Hocam, ona da cevap veremedim! Ağladım. Daha sonra anlattım. Hocam onun için sizin elinizi öpmek istedim, teşekkür ediyorum. Benim oğlumun ve onun küçüğü kızımın hayatını kurtardınız. Ailemin mutluluğu kurtuldu. Hakikaten bir insanın anavatanı çocukluğuymuş. Anavatanı mutlu olan bir çocuk çalışmasını, okulunu her şeyini bütün gücüyle yapar ve orada başarılı olurmuş.

“Gel seni yeniden kucaklayayım!” dedim. Kucaklaştık.

Doğan CÜCELOĞLU

11 Şubat 2012 Cumartesi

UZUN BİR ARADAN SONRA MERHABA...

Gerçekten çok uzun bir ara oldu. Bu araya hayatım adına çok önemli şeyler sıkıştırdım. Daha doğrusu bu şekilde olması gerekti. Okuluma yakın bir semte taşındım. Bir tüp bebek deneyimimiz oldu. Çok şükür ki Rabbim yüzümüze güldü. Şimdi 9 haftalık hamileyim. Eşim ameliyat oldu. Çok şükür oda sağlığına kavuştu. Sömestir tatilinde Denizli'den bizimkiler, Hatay'dan eşimin ailesi, Mersin'den eşimin kızı Ece geldi. Cümbür cemaat bir tatil geçirdik. Tabiki internete kavuşmada çok sorunlar yaşadık. Ama şimdi rahat bir şekilde girebiliyoruz internete.
Bu uzun arada anladım ki bloğum benim için çok önemliymiş. Çok büyük eksiklik hissettim hayatımda. Tabi ki tariflerim ve paylaşacağım şeyler birikti. Nereden başlayacağımı bilemiyorum. Sanırım en başından başlamak en iyisi olacak.

20 Kasım 2011 Pazar

EVLENECEKSEN BÖYLE EVLEN, TAMAM?

Evlilik, inanmadığım halde içerisinde 17 seneyi bitirdiğim bir kurum benim için. 17 senede (abartmıyorum) 40 çift arkadaşımın son verdiği kurum ayni zamanda da... Evlili ğimin bu kadar uzun sürmesinin gizi belkide kuruma inanmamaktan geçiyor.

Evliliği toplumun dayattığı şekilde yasamamaktan... Nedir bu dayatmalar? Erkeğin muhakkak kadından yasça büyük olması, eğitim seviyesinin erkeğin lehine ya da en azından eşit olması bunların sadece ikisi... Olmaz, yürümez diyor toplum... Erkek yasça büyük olmalı ki, kadına 'hot' dediğinde oturmalı kadın... Yâda yumuşatıyorlar;
-Efendim kadın erkekten önce çöktüğü için (hani doğum falan) küçük olmalıymış yaşı...
Eğitimde de böyle... Kadının çok okumuşu bilmiş olurmuş, evde kalmakmış layıkı...

EŞİM BENDEN 2 YAS BÜYÜK; ne 'hot' dememe gerek kaldı 17 senede, ne de benden önce çöktü...
Yıllar içinde ben yaş landıkça o gençleşti,
-'Ooo Can bey kapmışınız çıtı rı' esprilerine muhatap dahi oldum.

EŞİM 3 ÜNİVERSİTE BİTİRDİ; ben bi taneyi 9 senede bitirdim.. Ne o bana bilmişlik tasladı, ne ben ona ezik baktım...
Kulağa gelen müzik tekse de, onu oluşturan notalar farklıdır der Halil Cibran...
Bunu unutmadık biz.
Ben konuşurken o dinledi, ben dinlerken o konuştu 17 sene.

O öfkeliyken ben, ben öfkeliyken o 'haklisin bitanem...' dedik. Öfke bitip fırtına durulduğunda 'ama bi de böyle düşün' de dedik fikrimizi savunurken.
Farklı insanlar olarak görmedik birbirimizi, ayni amaç içi n savaşan neferlerdik bu hayatta... 
Asla bilmedik ne k adar para kazandığımızı, ortak cüzdanımızdan gerektiği kadar aldık..

Ne kadar çalarsa çalsın masanın üstünde telefon, kim bu saatte arayan karşı cins diye sorgulamadık da ama... Sevginin en büyük dostuydu bizim için 'güven'... Ve güvenin ardına saklanmış bir 'saygı' vardı daima...

Ne kavgalar, ne badireler atlattık 17 senede... Eee ülkeler neler gördü, biz çekirdek aile mi sütliman yaşayacaktık... Bir gün öyle bir girdik ki birbirimize, ben ilk kez odamın dışında yattım bi gece, misafir odasında...
Gece yarısı kapı aç ıldı esim;
-'Ne yapıyorsun burada?' diye sordu kapının eşiğinden, 'uyuyorum' dedim buz gibi bi sesle... Gitti, gelmesi 1 dakikasını almıştı elinde yastıkla... 'kay yana' dedi daracık yatakta. 'ne yapıyorsun?' dediğimde 'benim yerim senin yanın, sen gelmezsen ben gelirim' dedi...
Anladım ki o gece, uzun kavgamız yat saatine kadar sürecek...
Ve bence doğrusu da bu...
Özen gösterdik o günden sonra, evin her yerinde kavga ettik, yatak odamız hariç.
Kırsak da zaman zaman kalplerimizi, asla kin tutmadık birbirimize...

Toplum kurallarıyla oynasaydık bu oyunu belki de 41 inci çift ol acaktık o listede... Ama oyunun kurallarını biz koyduk... Nede olsa bizim oyunumuzdu oynanan... Evlilik; hesapsız içine dalınması gereken bir oyun bence...Topluma kulaklarını tıkayarak hem de... Ne benim, ne de bizim sözlerimizle... Sadece gönlünüzden geçtiğince...
Dediği gibi Ataol Behramoğlu'nun;
'...Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına.
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır.
Ve hayat, sunulmuşbir armağandır insana... '



CAN DÜNDAR

19 Ekim 2011 Çarşamba

BİR HİLAL UĞRUNA YA RAB, NE GÜNEŞLER BATIYOR!

şüheda gövdesi, bir baksana dağlar taşlar...
 o, rüku olmasa, dünyada eğilmez başlar,

yaralanmış temiz alnından uzanmış yatıyor;
bir hilal uğruna ya rab, ne güneşler batıyor!

ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.

ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhid'i...
bedr'in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi...

sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"gömelim gel seni tarihe!" desem, sığmazsın.

herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab...
seni ancak ebediyyetler eder istiab.

"bu, taşındır" diyerek kabe'yi diksem başına;
ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;

sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle,
kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle;

mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;
yedi kandilli süreyya’yı uzatsam oradan;

sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına,
uzanırken gece mehtabı getirsem yanına,

türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;
gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;

tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.

sen ki, son ehl i salibin kırarak savletini,
şarkın en sevgili sultanı salahaddin'i,

kılıç arslan gibi iclaline ettin hayran...
sen ki islam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,

o demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;

sen ki; asara gömülsen taşacaksın... heyhat,
sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat...

ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
sana ağuşunu açmış duruyor peygamber
 
MEHMET AKİF ERSOY