Sayfalar

24 Kasım 2011 Perşembe

ÖĞRETMENLER GÜNÜ...

"Ulusları kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir." Öğretmenlik mesleğine ve eğitime verilen değerin azaldığı şu günümüzde bu sözün manasını anlamaya o kadar çok ihtiyacımız var ki... Öğretmenlerimizin değerinin bilindiği bir Türkiye hayali ile yaşıyorum. Meslektaşlarımın gününü kutluyorum....

20 Kasım 2011 Pazar

RÜCU

Olağanüstü güzel görünümlü bir kuş, binlerce hemcinsinin karşısına çıkar... Ve kendisiyle birlikte dünyanın en yüksek zirvesine doğru uçmak isteyip istemediklerini sorar. Sürüdeki tüm kuşlar güle oynaya “evet” derler.


Hepsi de dünyanın sonsuzluğuna, göz alabildiğince geniş bir manzaradan bakabilmeye heveslidir. Oysa kimi yorulup terk eder sürüyü, kimi acıkıp. Yola hâlâ devam eden bazıları ailelerini görürler düşlerinde. Birilerinin hayallerindeyse rahatça dinlenip uyuyabilecekleri yuvalar vardır.

Zirveye az bir mesafe kalmışken on kadar kuş yola devam etmektedir. Karşılarına çıkan o güzel kuşun kendilerini kandırdığını düşünen diğerleri de yolu terk eder.

Geriye tek bir kuş kalmıştır. Sadece o, zirveye ulaşıp oradan dünyanın sonsuzluğuna bakabilir. Yaşadığı bu güzellikten sonra kendinde bir sorumluluk fark eder. Buraya ulaşmanın bir anlamı da sahip olduğun bilgiyle geri dönerek diğerlerinin buraya, -varoluşun merkezine- ulaşmalarını sağlayabilmektir. O artık rehber bir kuştur. Görevi gezinmek değil, getirmektir.

Bu hikâye Mevlana'nın Horasanlı çağdaşı Feriduddin-i Attar'a ait... “Şairin sesi nerede ve kimden akis bulur bilinmez” derler.

İtalyan kökenli Kanada vatandaşı Mauro Martino'ya da bu avaz ulaşır bir şekilde. Sonuçta o da bir kuştur, Simurg misali... Ve bir gün kendisine bir Kuran-ı Kerim hediye edilir. İçinde, “herkesin kuşunu kendi boynuna doladık” yazılıdır. Ve başlar kendindeki o kuşla aramaya.

Yolda öğrenir, uçmak sadece kanat istemez. Kimileri de tırtıl tabiatlıdır. Kelebeğe evrilmedikçe uçamaz...

İstanbul hayranı Mauro (Mevlud) Martino'dan çarpıcı bir ‘Eve Dönüş' romanı…

Benim yorumum...Arayış romanı olarak beklentisiz okumak gerekir. Okurken biraz sıkıldığımı söyleyebilirim...

EMPATİ

Kitabın konusu, insanın duygularını sezebilen ve yönlendirebilen; -her insanda bulanan ama beyin kimyası farklılaşmış ender olanlarında daha güçlü olan- empati özelliğine sahip insanlar üzerine kurulu...
Sürükleyici bir kitap tavsiye ederim...

EVLENECEKSEN BÖYLE EVLEN, TAMAM?

Evlilik, inanmadığım halde içerisinde 17 seneyi bitirdiğim bir kurum benim için. 17 senede (abartmıyorum) 40 çift arkadaşımın son verdiği kurum ayni zamanda da... Evlili ğimin bu kadar uzun sürmesinin gizi belkide kuruma inanmamaktan geçiyor.

Evliliği toplumun dayattığı şekilde yasamamaktan... Nedir bu dayatmalar? Erkeğin muhakkak kadından yasça büyük olması, eğitim seviyesinin erkeğin lehine ya da en azından eşit olması bunların sadece ikisi... Olmaz, yürümez diyor toplum... Erkek yasça büyük olmalı ki, kadına 'hot' dediğinde oturmalı kadın... Yâda yumuşatıyorlar;
-Efendim kadın erkekten önce çöktüğü için (hani doğum falan) küçük olmalıymış yaşı...
Eğitimde de böyle... Kadının çok okumuşu bilmiş olurmuş, evde kalmakmış layıkı...

EŞİM BENDEN 2 YAS BÜYÜK; ne 'hot' dememe gerek kaldı 17 senede, ne de benden önce çöktü...
Yıllar içinde ben yaş landıkça o gençleşti,
-'Ooo Can bey kapmışınız çıtı rı' esprilerine muhatap dahi oldum.

EŞİM 3 ÜNİVERSİTE BİTİRDİ; ben bi taneyi 9 senede bitirdim.. Ne o bana bilmişlik tasladı, ne ben ona ezik baktım...
Kulağa gelen müzik tekse de, onu oluşturan notalar farklıdır der Halil Cibran...
Bunu unutmadık biz.
Ben konuşurken o dinledi, ben dinlerken o konuştu 17 sene.

O öfkeliyken ben, ben öfkeliyken o 'haklisin bitanem...' dedik. Öfke bitip fırtına durulduğunda 'ama bi de böyle düşün' de dedik fikrimizi savunurken.
Farklı insanlar olarak görmedik birbirimizi, ayni amaç içi n savaşan neferlerdik bu hayatta... 
Asla bilmedik ne k adar para kazandığımızı, ortak cüzdanımızdan gerektiği kadar aldık..

Ne kadar çalarsa çalsın masanın üstünde telefon, kim bu saatte arayan karşı cins diye sorgulamadık da ama... Sevginin en büyük dostuydu bizim için 'güven'... Ve güvenin ardına saklanmış bir 'saygı' vardı daima...

Ne kavgalar, ne badireler atlattık 17 senede... Eee ülkeler neler gördü, biz çekirdek aile mi sütliman yaşayacaktık... Bir gün öyle bir girdik ki birbirimize, ben ilk kez odamın dışında yattım bi gece, misafir odasında...
Gece yarısı kapı aç ıldı esim;
-'Ne yapıyorsun burada?' diye sordu kapının eşiğinden, 'uyuyorum' dedim buz gibi bi sesle... Gitti, gelmesi 1 dakikasını almıştı elinde yastıkla... 'kay yana' dedi daracık yatakta. 'ne yapıyorsun?' dediğimde 'benim yerim senin yanın, sen gelmezsen ben gelirim' dedi...
Anladım ki o gece, uzun kavgamız yat saatine kadar sürecek...
Ve bence doğrusu da bu...
Özen gösterdik o günden sonra, evin her yerinde kavga ettik, yatak odamız hariç.
Kırsak da zaman zaman kalplerimizi, asla kin tutmadık birbirimize...

Toplum kurallarıyla oynasaydık bu oyunu belki de 41 inci çift ol acaktık o listede... Ama oyunun kurallarını biz koyduk... Nede olsa bizim oyunumuzdu oynanan... Evlilik; hesapsız içine dalınması gereken bir oyun bence...Topluma kulaklarını tıkayarak hem de... Ne benim, ne de bizim sözlerimizle... Sadece gönlünüzden geçtiğince...
Dediği gibi Ataol Behramoğlu'nun;
'...Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına.
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır.
Ve hayat, sunulmuşbir armağandır insana... '



CAN DÜNDAR

YAZDAN KALAN GÖRÜNTÜLER- HALFETİ


Yazın annem- babam ve amcamlar Gaziantep'e yanımıza gelmişlerdi. Urfa'ya gezmeye giderken Halfeti'ye uğrayalım dedik. İyi ki de uğramışız. Harika bir manzar sizi karşılıyor. Şimdi sizlere biraz Halfeti ile bilgileri ve görüntüleri aktarıyorum.

HALFETİ VE TARİHİ

Baraj sularının meyve bahçeleriyle birlikte hayalleri de gömdüğü Halfeti'de yaşam Fırat'ın suyu gibi durgun akıyor. Yöre insanı, Birecik Barajı'nın yuttuğu kayısı, erik ve Antep fıstığı ağaçları ile yitirdiği okul, cami ve mezarlıklarındaki ölülerine yas tutuyor. Bahçelerinin geri gelmeyeceğini bilen Halfetililer, derin sularda hayata yeniden yelken açmak için istimlak bedellerinin ödenmesini bekliyor.


Şanlıurfa ve Gaziantep arasında sıkışıp kalan, güneyine düşen Zeugma Antik Kenti ile Fırat'ın suladığı havza üzerinde, Şanlıurfa'ya 120 km mesafedeki Halfeti, tepeden yeryüzü cenneti gibi gözüküyor. Yolu Güneydoğu'ya düşenlerin Halfeti'ye ulaşabilmeleri için, Kelaynaklar diyarı Şanlıurfa-Birecik'te güzergah değiştirmesi gerekiyor. Böylelikle, nesli tükendiği için koruma altına alınan Kelaynak kuşlarını görebilmekte mümkün oluyor. Eşleri öldüğünde başka bir kuşla çiftleşmeyen Kelaynakları gördükten sonra, yaklaşık 40 kilometrelik keyifli bir yolun sonunda, uyuyan Fırat'ın derinliğinde karşınıza kaybolup gideceğiniz Hafeti çıkıyor. Halfeti'yi ilk kez görenler, "Acaba, Masallarda anlatılan Kafdağı'nın arkasındaki güzel şehir bu mu?" diye sormadan edemiyor. M.Ö.8854'de Asur Kralı tarafından ele geçirildiğinde adı Şitamrat olan şirin ilçede, Medler, Persler ve Araplar hükümdarlık süren medeniyetlerden. Halfeti'nin karşı yakasında kalan Rumkale ise, Hıristiyanlık dininin kutsal mekanlarından sayılıyor. Hz. İsa'nın (AS) havarilerinden Jhonnes Rumkale'de, kayadan oyma bir mekanda İncil'in nüshalarını çoğaltmış. Bir dönem başpiskoposluk olan Rumkale, barındırdığı kiliseleri ile dini merkez kimliğini de kazanmış. Ve yüzyılların imbiğinden süzülerek günümüze kadar gelmeyi başarmış.

Rumkale'yi bir yana bırakarak, Halfeti'nin sokaklarına girdiğinizde, eski taş evlerde, portakal ağaçları ve rengarenk çiçeklerdeki canlılığın aksine üzerinize garip bir durgunluk çöküyor. Bunun nedeni, daha önce Fırat nehrine bakan bahçelerde çalışan Halfeti sakinlerinin, evlerine çekilmelerinde yatıyor belki de. Çoğunluğu, 2-3 katlı Halfeti evleri, hayat buldukları yamaçlarda öyle bir sıraya konmuş ki, biri diğerinin görüş mesafesini baltalamıyor. Herkes, evinin cumbasından Fırat Havzası'nı doyasıya seyredebiliyor. Büyük avlular içinde, yan pencerelerin sokağa baktığı evlerin bahçelerini, buram buram kokan çiçekler ve portakal ağaçları süslüyor. Havuzlu evlerin tepe pencereleri ile eyvanlarını dünyada sadece Halfeti?de yetişen siyah güller renklendirirken, çatılardaki taklacı güvercinler hünerlerini sergileyip bir nevi ev sahipliği yapıyor. Bizans döneminde yapılan kilise, ilçeye 14 kilometre mesafedeki Saylakkaya köyündeki tarihi sarnıçlar, 1910'da havana taşından yapılan Hamid Bey Konağı, küçük pencereleriyle Kız Mağarası ve Kanneci Konağı, suyun geride bıraktığı mekanlar olarak duruyor.

Birecik Barajı'nın yapılması ile su, Halfeti'nin sadece tarihi ve arkeolojik dokusunun üzerinden geçmekle kalmamış, halkın geçim ve yaşam kaynağı meyve ve fıstık bahçelerini de bağrına gömmüş. Halfeti, Birecik Barajı'nın Nisan 2000'de su tutmaya başlamasıyla, Fırat'ın iki kıyısındaki 45 köyle birlikte sular altında kaldı. Halfeti, topraklarının beşte ikisini kaybetti. Diğer köylerin bir bölümü tamamen, bir bölümü de kısmen etkilendi. Barajdan etkilenen insan sayısı 30 bin civarında olduğu tahmin ediliyor.

Terkedilmiş eski Halfeti'yi tekne ile gezdik...

Çok uygun fiyata tura katılabiliyorsunuz. Grup olunca daha zevkli oluyor...

Yola çıktık..

Hamit Bey Konağı... Havara taşı kullanılarak 1910 yılında inşa edilmiş..
Muhittin Kanneci evi... Havara taşından 1900 lü yılların başında yapılmış...
Rumkale...Hıristiyanlık dininin kutsal mekanlarından sayılıyor. Hz. İsa'nın (AS) havarilerinden Jhonnes Rumkale'de, kayadan oyma bir mekanda İncil'in nüshalarını çoğaltmış.



Turistler için bir kaç tane çay bahçesi açılmış...

Düğün öncesi sakinlik arayan gelin ve damat..

Baraj sularının altında kalan camii...


Köyünü terk edemeyen sadece bu amcaymış...
Babacım... Kesin yine bir şeye "hayır" derken..

Anneciğim... Ve kestirmeye kıyamadığı saçları...

Büyük "Asıl"lar.. 1 eksikle

Amcacım... Elinden her iş gelir...

Yengecim... Her an alkış tutmaya hazır.. Nerde şenlik orda yemgem..

Kuzenlerim... Büşbüş'üm ile Yezdoş'um...


Aşkım... Uğruna buralara geldiğim insan...
Amcamla babam... İki kardeş ama hem görüntü olarak hem düşünce olarak birbirinden farklı iki kardeş.. Ama bir o kadar da birbirlerine bağlı iki kardeş..

Annemin yine muzipliği üstünde..

Çocukla çocuk olur benim annem...
Halfeti hatırası...

Bu arada Dünya'da siyah gülün Halfeti'de yetiştiğini biliyor muydunuz?
Aslında tam siyah değil, siyaha yakın kırmızı bir renkteymiş. Kokulu bir gülmüş. Mevsimi ilkbahar ve sonbaharmış,o nedenle bir canlısını göremedik ne yazık ki..


Gaziantep'ten Halfeti'ye giderken Birecik'te bulunan Kelaynak Üreme Çiftliği'ne uğrayabilirsiniz.

Kelaynaklar nesli tükenmekte olan kuşlardandır. Sadece Dünya'da Fas'ta ve Urfa-Birecik'te yetiştirilmektedirler. Tek eşli bir kuştur. Eşinden başka bir kelaynak kuşu ile çiftleşmezler. Eşleri ölen kelaynakların yemeden içmeden kesilip intihar ettikleri söyleniyor.. İlginç geldi bana..













18 Kasım 2011 Cuma

MOZAİK PASTA

Malzemeler:
  • 2 paket petibör bisküvi
  • 100 gr margarin
  • 1,5 çay bardağı toz şeker
  • 1,5 çay bardağı süt
  • 4 yemek kaşığı kakao
  • Dövülmüş Antep fıstığı veya hindistan cevizi
Yapılışı:
  • Margarini eritiyoruz. Eriyince süt, şeker ve kakaoyu da ekleyip karıştırıyoruz.
  • Bisküvileri derin bir kabın içine elimizle kırıyoruz. (Ne çok ufak ne de çok iri)
  • Hazırladığımız sosu (karıştırdığımız sıvı malzemeleri) bisküvi parçalarının üzerlerine döküyoruz.
  • Bisküvileri çok ezmeden malzemeleri karıştırıyoruz.
  • Bir tepsinin üzerine streç filmi seriyoruz. Malzemeyi streç filmin üzerine yayıp streç filmi üzerine sarıyoruz. Elimizle üçgen şekli verip buzlukta 3 saat bekletiyoruz.
  • Servis ederken üzerine toz Antep fıstığı veya hindistan cevizi serpebiliriz. Afiyet olsun...

15 Kasım 2011 Salı

PATATESLİ KÖFTE

Kayınvalide eli...

Malzemeler:
  • 6 tane büyük patates
  • 2 su bardağı ince bulgur
  • 2 yemek kaşığı domates salçası
  • 1 yemek kaşığı biber salçası
  • 5-6 sap taze soğan
  • 1 bağ maydanoz
  • 3 tane kuru soğan
  • 200 gr kıyma
  • Zeytin yağı ve çiçek yağı
  • Tuz
Yapılışı:
  • Patatesları haşlayıp kabuklarını soyduktan sonra robottan sakız gibi olana dek geçiriyoruz.
  • Bulgurun üzerine azar azar sıcak su dökerek yoğurmaya başlıyoruz. Bulgur pişene dek yoğurmalıyız. Yoğurma işlemi biraz yorucu oluyor ama sonrasında o yorgunluğa değeceğinden eminim.
  • Sakız gibi olan patates püresini bulgurla karıştırıyoruz.
  • Domates ve biber salçalarını ve bir de tuzu ekleyip yoğurmaya devam ediyoruz.
  • 1 bağ maydanozun yarısını ve taze soğanları ince ince doğradıktan sonra ekliyoruz. İyice karıştırıyoruz.
  • Zeytin yağını ekleyip tekrar karıştırıyoruz. Zeytin yağının miktarı size kalmış. Ama köfte parlak görünmeli.
  • Avcumuzu suyla ıslatıp sıkıyoruz.
  • Diğer taraftan kuru soğanları ince ince doğrayıp sıvı yağda kavurmaya başlıyoruz.
  • Soğanlar iyice kavrulduktan sonra kıymayı ekliyoruz.
  • Kıyma da kavrulunca tuzunu ve bir bağ maydanozun diğer yarısını da ince ince doğrayıp ekliyoruz.
  • Şöyle bir karıştırıp ocağın altını kapatıyoruz.
  • Patatesli köfteleri soğan kavurması ile birlikte servis ediyoruz. Afiyet olsun..

14 Kasım 2011 Pazartesi

ETLİ PİRİNÇ PİLAVI

Malzemeler:
  • 200 gr kuşbaşı et (dana veya kuzu)
  • 2 su bardağı pirinç
  • Yarım su bardağı arpa şehriye
  • 2 su bardağı sıcak su, 2 su bardağı et suyu
  • tuz, yarım su bardağı sıvı yağ
Yapılışı:
  • Eti düdüklü tencerede yarım saat kadar haşlıyoruz.
  • Pirinçleri yıkıyoruz. Suyunu süzmesi için bekletiyoruz.
  • Pilav tenceresine yarım su bardağı sıvı yağı döküp şehriyeleri kavuruyoruz.
  • Pirinçleri suyunu süzdükten sonra şehriyelere ekleyip biraz daha kavuruyoruz.
  • Etlerin suyunu süzüp pirinçlerle karıştırıyoruz.
  • 2 su bardağı sıcak suyu ve 2 su bardağı et suyunu ekliyoruz.
  • Tuzunu da ekleyipi tencerenin ağzını kapatıp yavaş ateşte pişiriyoruz. Afiyet olsun...

BEHZAT Ç. SENİ KALBİME GÖMDÜM

Emniyetin içindeki gizli örgütlerin yaptıklarına dikkati çeken, karakterlerinin hepsinin kafayı sıyırmış ya da sıyırma noktasında olduğu, bol küfürlü ama izlemesi zevkli bir filmdi. Behzat Ç. dizisini izlemezdim ama filmden sonra mutlaka izleyeceğim. Tavsiye ediyorum.

HAYATIN IŞIKLARI YANINCA

Hiçbir karşılık beklemeden sadece sevmeyi anlatan , masal tadında bir roman. Sevginin ölümsüz olduğunu, Tanrı = Sevgi olduğu olgusunu anlatan sürükleyici bir roman. Serdar Özkan "Kayıp Gül"den sonra yine insanın içini ısıtan ümit dolu bir kitap yazmış. Bence Serdar Özkan umudun yazarı olarak geçecek Türk edebiyatına..

KAYIP GÜL

"Bir dağ hayal et... Zirvesindeki manzara çok güzel. Orada olmayı çok istiyorsun, ama zirveyi kendinden çok uzakta gördüğün için ümitsizliğe kapılıyorsun. 'Oraya nasıl olsa varamam,' deyip vazgeçiyorsun.


Oysa, zirveye varanların adımları seninkilerden daha büyük değildi. Ama onlar, o küçük adımları birbiri ardınca atmayı sürdürmüş kimselerdi. İmkânsızı gerçekleştiren mucizeler değil, sürekliliktir. Suya sarp kayaları deldiren de budur. Yirmi birinci yüzyıl insanına gülleri duyuran da... "

Heyecanla Diana ile Mary'nin bir gün kavuşmalarını bekledim.. Bu beklenti sürükledi beni. Güzel bir kitaptı. Tavsiye ederim..

10 Kasım 2011 Perşembe

DAİMA İÇİMİZDESİN....


Bugün ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün 73. yıl dönümü. Onun, Türk milleti için yaptıklarını hiçbir zaman unutmayacağız. Kadınıyla, erkeğiyle, yaşlısıyla, genciyle bu millet ona çok şey borçludur. O her zaman bizim kalbimizde yaşayacaktır.

4 Kasım 2011 Cuma

BAYRAMLAŞALIM...

Şu mübarek günde küsmek olur mu


Uzat ellerini bayramlaşalım

Tanrı selamını kesmek olur mu

Uzat ellerini bayramlaşalım



Yar köyde ben burda peri perişan

Var mı bizim gibi bu derde düşen

Nasib eyle Mevlam yare kavuşam

Uzat ellerini bayramlaşalım



Eller al giyinmiş gider bayrama

Şu gurbet ellerde girdim yaslara

Selam olsun sıladaki dostlara

Uzat ellerini bayramlaşalım



Mor gülüm de al güllere yakışır

Yavrularım yollarıma bakışır

Bayram gelir küskünler barışır

Uzat ellerini bayramlaşalım

2 Kasım 2011 Çarşamba

KABAK DOLMASI

Malzemeler:
  • 1 kilo kabak
  • Pirinç (Dolma ve sarmalarda hiçbir zaman pirinci ölçülü koyamam. Çok gelirse buzluğa atarım, az gelirse bitmesine yakın biraz daha eklerim.)
  • İnce doğranmış kuru soğan, sarımsak rendesi
  • Domates rendesi, domates salçası, biber salçası (hepsinden de kullanıyorum)
  • Tuz, karabiber, kimyon, yeni bahar, nar ekşisi. Buraya kadar tüm dolma ve sarmalar için aynı.
  • 200 gr dana kıyma
  • Taze nane (Kabağa çok yakışır.)
  • Sıvı yağ 
  • Üzerlerini kapatmak için domates dilimleri
Yapılışı:
  • Kabakların dışını tırtıklı bıçakla tırtıklıyoruz. İçini de dikkatlice oyuyoruz. (Ben içinden çıkanları mutlaka değerlendiririm. Ya soğanla kavururum, ya börek içi yaparım.)
  • Soğanları ve naneyi doğruyoruz. Domatesleri rendeliyoruz. Diğer malzemelerle derin bir kapta karıştırıyoruz.
  • Kabakların içini yarısını 1 parmak geçecek şekilde hazırladığımız harçla dolduruyoruz.
  • Üzerilerini domates dilimleri ile kapatıyoruz.
  • Düdüklü tencereye 2,5 bardak su koyarak 20 dk pişiriyoruz. Afiyet olsun...

1 Kasım 2011 Salı

KAVURMA

Kurban Bayramı öncesi bir kavurma tarifi iyi gider.
Malzemeler:
  • Yarım kilo kuşbaşı et
  • 2 adet kuru soğan
  • 2-3 tane orta büyüklükte domates
  • 2 adet çarliston biber
  • 1 adet tatlı kırmızı biber
  • 5-6 diş sarımsak
  • Sıvı yağ, 2 kaşık kadar tereyağ
  • Tuz, karabiber, kimyon, kekik
  • Etin terbiyesi için 1 su bardağı süt
Yapılışı:
  • Eğer dana eti kullanacaksak geç piştiği için ve kuzu etine göre biraz sert düştüğü için eti önceden biraz haşlıyoruz. Haşlanan eti içinde 1 bardak süt olan bir kabın içinde 1 saat kadar bekletiyoruz. Kuzu eti kullanacaksak eti haşlamadan bekletebiliriz. Böylece et lokum gibi yumuşak ve daha lezzetli olacaktır.
  • 1 saat sonra sacın içinde tereyağını eritip 1 çay bardağı sıvı yağı ekliyoruz. Terbiyelenmiş etleri sacın içine alıp kavurmaya ağır ateşte başlıyoruz.
  • Etin rengi dönünce önce ince doğranmış soğanı ekleyip 1-2 dk kavuruyoruz.
  • Daha sonra ince doğranmış biberleri ekleyip 5 dk kadar kavuruyoruz.
  • Soğan ve biberler iyice kavrulduktan sonra küp küp doğranmış domatesleri ekliyoruz.
  • Öncelikle domatesler suyunu salacak. Daha sonra etler domatesin suyunu çekecek.
  • Tuzunu, baharatlarını ve 2-3 parçaya bölünmüş sarımsakları ekleyip biraz daha karıştırarak kavuruyoruz.
  • Etler istediğimiz kıvama gelince yemeğimiz pişmiş demektir. Bazı domatesler az sulu olduğu için yemek suyunu çektiği halde etler biraz sert ise biraz kaynamış su ekleyebiliriz. Afiyet olsun..

29 Ekim 2011 Cumartesi

CUMHURİYET BAYRAMIMIZ "KUTLU" OLSUN

  • "Cumhuriyetimiz öyle zannolunduğu gibi zayıf değildir. Cumhuriyet bedava da kazanılmış değildir. Bunu elde etmek için kan döktük. Her tarafta kırmızı kanımızı akıttık. İcabında müesseselerimizi müdafaa için lâzım olanı yapmağa hazırız." 1923 / Mustafa Kemal Atatürk

  • "Temeli büyük Türk milletinin ve onun kahraman evlâtlarından mürekkep büyük ordumuzun vicdanında akıl ve şuurunda kurulmuş olan Cumhuriyetimizin ve milletin ruhundan mülhem prensiplerimizin bir vücudun ortadan kaldırılması ile bozulabileceği fikrinde bulunanlar, çok zayıf dimağlı bedbahtlardır. Bu gibi bedbahtların, Cumhuriyetin adalet ve kudret pençesinde lâyık oldukları muameleye maruz kalmaktan başka nasipleri olmaz. Benim naçiz vücudum birgün elbet toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşıyacaktır. Ve Türk milleti emniyet ve saadetinin kefili olan prensiplerle medeniyet yolunda, tereddütsüz yürümeğe devam edecektir." 1926 / Mustafa Kemal Atatürk

  • "Gelecek nesillerin Türkiye de Cumhuriyetin ilanı günü, ona en merhametsizce hücum edenlerin başında, cumhuriyetçiyim iddiasında bulunanların yer aldığını görerek şaşıracaklarını asla farz etmeyiniz! Bilâkis, Türkiye'nin münevver ve cumhuriyetçi çocukları, böyle cumhuriyetçi geçinmiş olanların hakikî zihniyetlerini tahlil ve tesbitte hiç de tereddüde düşmeyeceklerdir. "Mustafa Kemal Atatürk

19 Ekim 2011 Çarşamba

BİR HİLAL UĞRUNA YA RAB, NE GÜNEŞLER BATIYOR!

şüheda gövdesi, bir baksana dağlar taşlar...
 o, rüku olmasa, dünyada eğilmez başlar,

yaralanmış temiz alnından uzanmış yatıyor;
bir hilal uğruna ya rab, ne güneşler batıyor!

ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.

ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhid'i...
bedr'in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi...

sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
"gömelim gel seni tarihe!" desem, sığmazsın.

herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab...
seni ancak ebediyyetler eder istiab.

"bu, taşındır" diyerek kabe'yi diksem başına;
ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;

sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle,
kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle;

mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;
yedi kandilli süreyya’yı uzatsam oradan;

sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına,
uzanırken gece mehtabı getirsem yanına,

türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;
gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;

tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
yine bir şey yapabildim diyemem hatırana.

sen ki, son ehl i salibin kırarak savletini,
şarkın en sevgili sultanı salahaddin'i,

kılıç arslan gibi iclaline ettin hayran...
sen ki islam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,

o demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;

sen ki; asara gömülsen taşacaksın... heyhat,
sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat...

ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
sana ağuşunu açmış duruyor peygamber
 
MEHMET AKİF ERSOY

18 Eylül 2011 Pazar

UNUTMA Kİ!

Sen uykusuzluk nedir bilir misin?

Tırnaklarınla yastığını parçaladın mı?
Gözlerini tavana dikip,
Düşündüğün oldu mu bütün gece?
... Ve bütün bir gün,
Belki gelir ümidiyle bekledin mi hiç?
Gelmeyince,
Seni aramayınca,
Ölesiye ağladın mı?
Sonra çekilip en koyusuna yalnızlıkların,
Ona ait ne varsa,
Bir bir hatırladın mı?

Sen günden güne erimeyi bilir misin?
Dev bir ağacın vakarı içinde ölmeyi,
Bir teselli aramayı,
Issız parklarda, tenha sokaklarda.
Ve bütün bir şehir uyurken uzaklarda,
Deli divane yollara düşüp,
Yaşlanmış bir köpek gibi,
Eskimiş bir gömlek gibi,
Atılmışlığını hissettiğin oldu mu?
Sevmekten,
Günler geceler boyunca yürümekten,
Elin ayağın yoruldu mu?

Sen yalnızlığın acısını bilir misin?
Unutulmak bir hançer gibi saplandı mı sırtına?
İçinde kıskançlığın zehirli çiçekleri açtı mı?
Bütün gururunu çiğneyip,
Sevdiğinin geçtiği yollarda,
Bastığı toprakları eğilip öptün mü?
Sen çaresizlik nedir bilir misin?
Sen yokluk nedir gördün mü?
Yanan başını,
Duvarlara vurup parçalamak geldi mi içinden?
Sen her gün bin defa öldün mü?

Böyleyim diye ayıplama beni.
Bir gün kendimi,
Sonsuzluğun koynuna bırakırsam,
Yaralı ve yenik bir asker gibi,
Darılma.
Unutma ki,
Her seven isimsiz bir kahramandır.
Unutma ki,
İnsan; sevebildiği kadar insandır.

[ Ümit Yaşar OĞUZCAN / UNUTMA Kİ ]

14 Eylül 2011 Çarşamba

PET ŞİŞEDEN YAYILAN TEKLİKE..

     Sevgili Lezzet Tabağı'na bu yazıyı paylaştığı için teşekkür ediyorum. Ben de paylaşmadan edemedim...
     Bu yazıya lütfen kulak verelim. Günlük yaşamımızda bilinçsiz bir şekilde kullandığüımız bir çok ürün gibi maalesef bunuda kullanıyoruz. Plastiklerin, naylon poşetlerin, pet şişelerin hayatımızdaki yerini düşünürsek tehlikenin boyutunu da görebiliriz.
     Milliyet gazetesinde Fatih altaylı nın yazısı bizi birkez daha bu konuda duyarlı olmamızın artık elzem olduğunu vurguluyor. Doğrusu ben artık kesinlikle buna dikkat edeceğim.
     "Önceki gün, bir yakınımın ameliyatı için, Türkiye’nin önemli hastanelerinden birindeydim. Ameliyat sonrası, alanında Türkiye’nin değil, dünyanın en iyilerinden biri ve çok da eski dostum olan doktorumuz geldi. Ameliyatla ilgili bilgi vermek üzere. Konuşurken, önümdeki masada duran “pet” şişeyi alıp açtım ve bardağıma su doldurmaya başladım. Profesör doktor uzandı. Elimden pet şişeyi aldı. Suyu doldurduğum bardağı aldı. Görevliyi çağırdı. Pet şişeyi çöpe atmasını, bardağı da lavaboya boşaltmasını söyledi. “Benim dolabımdan cam şişede bir su getirin” dedi.
     “Ne oldu hocam, sular zehirli de bizim haberimiz mi yok” dedim şaşkınlıkla. “Keşke zehirli olsa. Panzehiri olur, ilacı olur. Bunlar zehirden beter” dedi ve anlattı. “Son yıllarda kanser olaylarında büyük patlama yaşanıyor. Çok ileri yaşlarda ortaya çıkması gereken bazı kanser türleri, çok erken yaşlarda görünür oldu. Yaşlılarda görülecek lenfomalar, gencecik insanlarda peydahlanıyor. Kemik kanserleri, kemik iliği tümörleri sık sık karşımıza çıkıyor.” “Biliyoruz hocam. Çevre koşulları, hormonlu gıdalar. Her şey kanserojen” dedim.     
     “Evet” dedi. “Bu pet şişeler hepsinden daha kanserojen.” “Bütün dünya kullanıyor” dedim. “Medeni ülkeler giderek daha az kullanıyor” dedi. “Bu pet şişelerdeki sular 2 haftadan uzun süre şişede kaldığı zaman, şişenin içindeki zararlı maddeleri çözüyor ve suya karışmasına neden oluyor. Bunlar hücre yapılarına çok ağır zararlar veriyorlar. Her gün yavaş yavaş bozuyorlar.
     Pet şişelerin ömrü iki hafta.Eğer iki haftalıktan daha yeniyse bunun içindeki su, iç. Ama iki haftalıktan daha eski ise içme.” Hemen önümdeki açılmamış pet şişeyi aldım. 2 aylıktı ve son kullanma tarihi olarak 10 ay sonrayı gösteriyordu. “Bu şişeler kısa süreli saklama için uygun. Ama uzun süreli saklamalarda çok zararlı.” “Peki ne yapacağız?” dedim. “Cam şişe kullanacağız. Cam şişede su alacağız. Her türlü gıdayı cam şişe içinde talep edeceğiz.
     Hem çevreye daha az zararlı, hem de sağlığımıza.” “Maliyeti yüksek ama” dedim. “Kanserin tedavi maliyeti daha mı düşük? Aksine çok daha yüksek. Bütün hayatın boyunca cam şişe kullansan, bir kanser tedavisinin onda biri maliyeti bulmaz. Artık kanserleri büyük ölçüde tedavi edebiliyoruz ama yüksek maliyetli oluyor. Hastayı da harap ediyor.” “Hadi küçük şişeleri cam şişede hallettik, ya damacanaları ne yapacağız.
Onlar da pet benzeri bir madde değil mi?” Profesör doktor daha da kötü konuştu. “Oradaki sorun daha büyük. O damacanalar birden fazla kez kullanılıyor. Ve onları temizlemek için, deterjanla yıkanıyor genelde. İçinde kalan deterjanı temizlemek için en az üç damacana su kullanmak gerek. Sen o damacanaların üç damacana suyla yıkandığını düşünüyor musun?” diye sordu. “Düşünmüyorum” dedim. “Demek ki damacanadaki suyla birlikte deterjan da içiyoruz” dedi. Çocukluğumu hatırladım. İstanbul’da hasıra sarılmış cam damacanalar içinde Beykoz’dan gelme sular satılırdı. “Eskiden vardı cam damacanalar” dedim.
     Tek çare cam şişeye dönmek.“Talep edelim yine olur. Cama dönmekten başka çare yok. Yoksa her gün kendimizi bile bile öldürüyoruz. Sigara içme kanser olursun kampanyaları yapılıyor. Bunların yanında sigara masum kalır” dedi. İçim karardı doğrusu. Ama artık eve pet şişe sokmama kararı aldım. Bu kararı da sizinle paylaşmam gerektiğini düşündüm. Hepimizin çocukları için."
Fatih Altaylı
*****************************************
     Aynı konu ile bir de şu yazıyı okuyalım..
     Pet şişe ve metal kutular kalbe zararlı.
     Metal içecek kutularının, pet şişelerin, biberonların yapımında, gıdaların paketlenmesinde kullanılan Bisfenol A adlı maddenin kalp hastalıkları başta olmak üzere pek çok rahatsızlığa yol açtığı ortaya çıktı.
Pet şişelerin, metal içecek kutularının ve biberonların, kalp hastalığı riskini 2 kat artırabileceği açıklandı.
     İngiltere’de yaklaşık 1500 kişi üzerinde yapılan araştırmada, gıda sektöründe paketlemede kullanılan Bisfenol A (BPA) adlı maddenin kanda normal seviyenin üzerinde bulunmasının kalp problemlerini artırabildiği belirlendi.
     Şişelerin ve kutuların kaplamasında kullanılan bu kimyasalın şeker hastalığı riskini de yükseltebildiği belirtildi.
     BPA ayrıca plastik çatal-bıçaklarda, CD kaplarında ve diş dolgularında da kullanılıyor.
     Bu son araştırmayla, paketlemede kullanılan BPA’nın sağlığı doğrudan olumsuz etkileyebildiğinin görüldüğü bildirildi.
     Yağ biriktiriyor.
     Vücutta kadınlık hormonu östrojen biçimine girebilen BPA’yla ilgili hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalarda, bu maddenin meme kanseri, karaciğerde hasar, obezite, şeker hastalığı, erkeklerde kısırlık, gençlerde ise gelişme sorunlarına yol açabildiği görülmüştü.
     Bilim adamları, BPA’nın kimyasalın damarlarda daha çok yağ birikmesine yol açtığı, insülinin işlenmesi    sürecine müdahale edebildiği tahmininde bulunuyor.
(Milliyet)

10 Eylül 2011 Cumartesi

TIKANIP KALDIĞINDA HAYAT .......

Bir yerlerde tıkanıp kaldığında hayat, soluk almak güçleştiğinde,

Yüreğin susup, mantığın sürüklemeye başladığında ayaklarını,

Dağlara dönmeli yüzünü insan...

Yeni patikalar, yeni yollar seçmeli, yüreğini ferahlatacak;

Yeni insanlarla tanışmalı, yeni keşifler yapacak....

Hep isteyip de, bir gün yaparım diye ertelediği ne varsa, gerçekleştirmeyi denemeli!

Her geçen gece, ölüme bir gün daha yaklaştığını; zamanın bir nehir,

Kendisinin bir sal olup da, o dursa da yolculuğun devam ettiğini anlamalı..

Baş döndürücü bir hızla geçiyorsa birbirinin aynı günler,

Her akşam aynı can sıkıntısıyla eve giriliyorsa,

Değiştirmeye çalışmalı bir şeyleri;

Küçük şeylerle başlamalı belki; örneğin, bir kaç durak önce inip servisten, otobüsten; yürümeli eve kadar, yüreğine takmalı güneş gözlüklerini;

Gördüğünü hissedebilmeli!

Sağlığını kaybedip, ölümle yüz yüze gelmeden önce,

Değerli olabilmeli hayat!

İlla büyük acılar çekmemeli, küçük mutlulukları fark etmek için!

Başkasının yerine koyabilmeli kendini;

Ağlayan birine "gül", inleyen birine "sus" dememeli!

Ağlayana omuz, inleyene çare olabilmeli!

Şu adaletsiz, merhametsiz dünyaya ayak uydurmamalı; Sevgisiz, soysuz kalarak!

Dikeni yüzünden hesap sormak yerine gülden,

Derin bir soluk alıp, hapsetmeli kokusunu içine...

Güneşin doğuşunu seyretmeli arada bir, seher yeli okşamalı saçlarını...

Karda, yağmurda; sevincine, coşkusuna; fırtınada boranda; Öfkesine, isyanına ortak olabilmeli doğanın!

Bir çocuğun ilk adımlarında umudu; bir gencin düşlerinde geleceği;

Bir yaşlının hatıralarında geçmişi görebilmeli!

Çalışmadan başarmayı, sevmeden sevilmeyi, mutlu etmeden mutlu olmayı beklememeli!

Ama küçük, ama büyük; her hayal kırıklığı, her acı; bir fırsat,yaşamdan yeni bir şeyler öğrenebilmek için; kaçırmamalı!

Çünkü; hiç düşmemişsen, el vermezsin kimseye kalkması için, hiç Çaresiz kalmamışsan, dermanı olamazsın dertlerin; ağlamayı bilmiyorsan, neşesizdir kahkahaların;

Merhaba dememişsen, anlamsızdır elvedaların...

Ne, herkesi düşünmekten kendini, ne; kendini düşünmekten herkesi unutmamalı!

Bilmeli; çok kısa olduğunu hayatın; hep vermek ya da hep almak için...

Sadece, anlatacak bir şeyleri olduğunda değil,

Söyleyecek bir şey bulamadığında da dinleyebilmeli!

Aklı ve kalbiyle katılabilmeli sohbetlere...

Hafızası olmalı insanın; hiç değilse, aynı hataları, aynı bahanelerle tekrarlamaması için!

Soruları olmalı, yanıtları bulmak için bir ömür harcayacak!

Dostları olmalı, ruhunun ve zihninin sınırlarını zorlayacak!

Herkese yetecek kadar büyük olmalı sevgisi;

Ama, kapasitesi sınırlı olmalı yüreğinin ki, hakkını verebilsin sevdiklerinin;

Zaman bulabilsin; Bir teşekkür, bir elveda için...

Yaşam dedikleri bir sınavsa eğer; Asla vazgeçmemeli sevmek ve öğrenmekten;

Ama, herkesi sevemeyeceğini de her şeyi bilemeyeceğini de fark edebilmeli insan!

Tıpkı, her şeye sahip olamayacağı gibi...

Zamanın ninnisiyle, uykuda geçirmemeli hayatı...!



Can DÜNDAR
 
Sevgili Umut Sepeti'ne çok teşekkür ediyorum bu yazıyı paylaştığı için...

Neden Ben? / Anonim

Neden Ben? / Anonim

8 Eylül 2011 Perşembe

ANTEP BİBERİ TURŞUSU

          Antep biberi acı oluyor tahmin ettiğiniz üzere, bu şekilde dolmalık oluyor. Ramazanda bir aile dostumuz bahçelerinden antep biberi getirmişti bize. Bizde de acı fazla tüketilmediği için ziyan olmasın diye hemen turşusunu yapmıştım. Henüz paylaşma fırsatım oldu. Yapılışı: Antep biberini (ya da başka biberler de olabilir) iyice yıkadıktan sonra şekildeki gibi ortadan ikiye bölüyoruz. Böldükten sonra turşuyu yapacağımız kavanoza sıkıca yerleştiriyoruz. Kavanozun 1/4'ünü üzüm sirkesi ile dolduruyoruz. Daha sonra ben büyük kavanozda yaptığım için 6 tepeleme kaşık iri tuz koydum. Daha küçük bir kavanoz kullanacaksanız tuzunu ona göre ayarlayabilirsiniz. Kavanozun ağzına kadar kaynamış soğutulmuş su ekliyoruz. 6-7 tane sarımsağın kabuklarını soyup ekliyoruz. Kavanozun ağız kısmını ötecek kadar maydanozu yerleştirip kavanozun kapağını iyice sıkarak kapatıyoruz. Altına geniş düz bir tabak koyup bir gece mutfakta göz önünde bekletiyoruz. Daha sonra karanlık serin bir yere alabiliriz. Afiyet olsun..

6 Eylül 2011 Salı

ISLAK KEK


Malzemeler:
  • 2 yumurta
  • 1/2 su bardağı sıvı yağ
  • 1 buçuk su bardağı toz şeker
  • 3 yemek kaşığı kakao
  • 1 kabartma tozu
  • 2 su bardağı süt
  • 2 su bardağı un
Yapılışı:
  • Sıvı yağ, toz şeker, süt ve kakaoyu çırpma kabına alıp çırpıyoruz.  1 bardağını piştikten sonra üzerine dökmek üzere ayırıyoruz.
  • Çırma kabında kalan sıvı malzemelerin üzerine yumurtaları, unu ve kabartma tozunu ekleyip tekrar çırpıyoruz.
  • Yağladığımız fırın tepsisine kek hamurunu döküyoruz.
  • 180 dereceye ayarlanmış fırında 40-45 dk pişiriyoruz.
  • Keki fırından çıkarır çıkarmaz dilimliyoruz ve ayırdığımız kakaolu sıvıyı üzerine döküyoruz.
  • Kek sosunu çekmene kadar bekleyip servis edebiliriz. Afiyet olsun...

ZEYTİNYAĞLI BARBUNYA

Malzemeler:
  • 1 su bardağı barbunya (Kuru da olabilir taze de)
  • 2 adet büyük boy domates
  • 1 tane orta boy kuru soğan
  • 1 kaşık domates salçası
  • 5-6 diş sarımsak
  • Zeytinyağı
  • tuz
Yapılışı:
  • Kuru barbunya kullanacaksanız bir gece önceden ıslatmanız gerekiyor.
  • Soğanları yemeklik doğruyoruz.
  • Domatesleri rendeliyoruz.
  • Islatıp süzdüğümüz barbunyaları, doğranmış soğan ve rendelenmiş domateslerle birlikte düdüklü tencereye alıyoruz.
  • Sarımsakları irice doğrayıp tencereye ekliyoruz.
  • Tuz ve zeytinyağını ekleyip 3 su bardağı su koyup düdüklü tencerenin ağzını kapatiyoruz.
  • Benim düdüklüye göre 45 dk. da pişiyor. Her düdüklünün ayarı farklı olabilir. Afiyet oolsun...

4 Eylül 2011 Pazar

OKUL FOBİSİ

          Eylül ayı deyince aklımıza hemen okul geliyor. "Daha dün annemizin kollarında yaşarken, Çiçekli bahçemizin yollarında koşarken, Şimdi okullu olduk, Sınıfları doldurduk, Sevinçliyiz hepimiz, Yaşasın okulumuz.." şarkısı kulaklarımızda çınlyor. Evlerde bir neşe, bir heyecandır alıp başını gidiyor. Okul alışverişleri yapılıyor. Okulunu, arkdaşarını ve öğretmenini seven öğrenciler dört gözle okulların açılmasını bekliyorlar. Ama maalesef, bazı evlerde durum bu şekilde olmuyor. Çocuklar okula gitmek istemiyorlar, bu konuda sorun yaşanıyor. Bunun nedeni okuldan da kaynaklanabilir, aileden de kaynaklanabilir. Eğer öğrenci ara sınıfta ise neden genellikle okulla alakalı olabiliyor. Eğer çocuk okula yeni başlayacaksa nedeni ailede aramak gerekir.
          Okul fobisi, çocuğun iç dünyasında geliştirdiği ve onu kaygılandıran çeşitli sebeplerden dolayı okula gitmek istememesidir. Bu çocuklar genellikle okul saati yaklaştığında mide bulantısı, karın ağrısı, baş ağrısı gibi çeşitli bedensel rahatsızlıklar yaşarlar. Bu şekilde anne-babalarını okula gitmemek için ikna etmeye çalışırlar. "Okula gitmeyebilirsin." cevabını aldıktan sonra bu ağrılar psikosomatik olarak geçer. Bu çocuklar evde bulundukları süre içerisinde mutludurlar.
          Bu sorun nasıl olsa zamanla geçer diyerek göz ardı edilecek bir konu değildir. Çocuk okula gitmek istemedikçe okulda başarısızlığı artacak; başarısız oldukça okula gitmek istemeyecektir. Eğer müdahale edilmezse bu kısır döngü şeklinde devam edecektir.
          Bu durumda ne yapılmalı?
          Öncelikle anne-babalar bu sorunun nedenlerini araştırmalıdırlar. Okul fobisi okuldaki arkadaş ortamından veya öğretmenin tutumundan kaynaklanabilir. Çocuk sohbet havasında konuşturulmalı, bu konuda söylediği her şey biraz hayal gücü ve abartma payını da göz önünde tutarak dikkate alınmalıdır. Daha sonra öğretmen ile konuşularak gözlemlenmelidir. Özellikle öğretmenin sınıf içi ve teneffüslerdeki gözlemi çok önemlidir. Çocuk arkadaşları tarafından dışlanıyor olabilir, büyük sınıflar çocuk üzerinde baskı kurarak harçlığını alabilirler ya da eziyet edebilirler. Bu sorunun bir boyutu.
           Bir de sorunun aile boyutu vardır ki; burada anne-babaların iğneyi kendilerine batırmaları gerekir. Aile boyutuna bakıldığında nedenlerden bir tanesi  bazı anne-babaların çocukların yapabileceği işlerde onlara fırsat vermemesidir. Bu çocuklar özgüven eksikliği içinde büyürler. Kendilerine olan inanaçları zayıftır. Çocuk kendi başına yapabileceği işlerde bile anne-babasından beklenti içerisindedir. Sınıf içindeki çalışmalarını  kendi başına tamamlayamaz. Genellikle yarım bırakır. Bu nedenle de kendini başarısız hisseder. Arkadaşları ile kendini kıyasladığında kıskançlık yaşar. Bu da arkadaşları ile geçinme sorunu oluşturur. Bu durumda çocuklara kendi başlarına birşeyler yapabilme fırsatları verilmelidir. Onlara yapabilecekleri işlerin sorumluluğunu yüklemek gerekir. İlk seferlerde bu işlerde başarısız olsalar bile eleştirilmeden, doğrusu gösterilerek yapılmalı, çocuğa "Başardım" duygusu yaşatılmalıdır.
          Okul fobisinin bir başka nedeni de annelerin çocuklarına çok bağımlı olması, aşırı korumacı yaklaşımlarıdır. Bazı anneler çocuk gözünün önünden birkaç saniyeliğine bile ayrılsa panik yaşarlar. Çocuğa kendi başına birey olma hakkı tanımazlar. Anne çocuğa bağımlı ise, çocuk da anneye bağımlıdır. Çocuk annenin bulunmadığı her ortamda kendini korumasız hisseder. Bu çocuklar sadece okula karşı değil, annenin veya babanın bulunmadığı her ortamda bu korkuyu yaşarlar. Bu sorunla karşılaşmamak için çocuğa birey olma hakkı tanınmalı, bazı durumlarda kendi başına olma fırsatı verilmeli. Daha çok küçükken tehlikeli olmayacak şekilde bazı durumlarda (merdiven çıkma-inme, koltuğa çıkma, yürüme, birşeyler taşıma, kaldırma gibi) tek başına yapma fırsatı verilmeli. Küçük düşmeler ve yaralanmalar üzerinde durulmamalıdır.  Her defasında elinden tutmamalı, gerektiğinde kendi güvenliğini kendisinin sağlamasına fırsat verilmelidir. Kendi başına bir şeyler yapabilmesi için çocuk cesaretlendirilmelidir. Eğer okul fobisinin nedeni bu ise bu durum okula yeni başlayanlarda görülür. Çocuğun okul fobisini yenmek için öğretmenin müsadesi ile gerektiğinde anne 1-2 ders sınıfta kalabilir. Sınıf kapısı açık tutularak anne kapının önünde bekleyebilir ki çocuk anneyi görmek istediğinde orada olduğunu bilsin.
          Bir de okul öncesi dönemde çocuklara söylenmiş bazı cümleler de okul fobisini doğurabiliyor. "Orada anne-baba yok, dur bakalım okulda da böyle davranabilecek misin?", "Okulda sakın ağlayayım deme, öğretmenin çok kızar, seni döver.", "Bunlar son oyunların, bundan sonra okula başlayınca hep ders yapacaksın." gibi sözler çocukların okula karşı soğumalarına neden oluyor. Çocuğa bu şekilde tehditler savurmak yerine bazı durumlarda bazı kuralların işlediğini benimsetmek gerekir. Ödül ve ceza sisteminin devreye girmesi gerekir. Ceza derken de genellikle tavsiye ettiğim bazı istenen durumlardan men etme cezasıdır. Bir de önemli noktalardan birisi de tam çocuk oyuna yoğunlaşmışken ödevlerin hatırlatılması da okula karşı isteksizlik doğurur. Hele ki okula yeni başlayan çocuklar için bu çok sorun yaratabiliyor. Onların çocuk oldukları, oyuna da gereksinim duydukları asla unutulmamalıdır. Böyle durumlarda çocukları somut hatırlatmalar yapmak iyi olur. Çocuklara sayı,saat ve zaman kavramını sezdirmek, oyun için süre belirlemek ve bunu saat üzerinde göstermek gerekir. "Saatin uzun kolu 6'nın üstüne gelinceye kadar oynayabilirsin." "Bisikletine 3 tur daha binebilirsin." gibi.

3 Eylül 2011 Cumartesi

FIRINDA ÇÖKELEKLİ MAKARNA

Malzemeler:
  • 1 paket kelebek makarna
  • 3 adet orta boy kuru soğan
  • 1/2 kilo çökelek
  • Sıvı yağ
  • 1 su bardağı kaşar peyniri rendesi
Yapılışı:
  • 1 paket kelebek makarnayı tuzlu suda haşlıyoruz.
  • Diğer taraftan yemeklik doğradığımız kuru soğanları yağda iyice kavuruyoruz. Soğanın bol olması ve iyice karamalize olması lezzeti arttırıyor.
  • Kavurduğumuz soğanları çökelekle karıştırıp içine bir tutam tuz atıyoruz. İçine ağız tadınıza göre çeşitli baharatlar koyabilirsiniz.
  • Haşlanan makarnaları süzdükten sonra yarısını bir fırın tepsisine veya borcama döküyoruz.
  • Makarnayı tepsiye yaydıktan sonra üzerine çökelekli karışımı gezdiriyoruz.
  • Kalan makarnayıda çökeliğin üzerine döküyoruz. Kaşar peyniri rendesini de üzerine gezdirdikten sonra fırında üzeri kızarana kadar pişiriyoruz. Afiyet olsun...

DÜĞÜMLERİN DEĞİL ÇÖZÜMLERİN İNSANIYIM

Blog sayfaları arasında gezinirken karşılaştığım bir testi yaptım. Düğümleri zaten oldum olası sevmem. Hemen çözmek isterim. Aslında problem çözmeyi de severim.Çok çözümcüyüm canım...Aldığım sonuç beni yanıltmadı.

Siz de teste burdan ulaşabilirsiniz.

29 Ağustos 2011 Pazartesi

ÇİFTE BAYRAM

RAMAZAN BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN
HERKESE İYİ BAYRAMLAR


“30 Ağustos Zaferi, Türk Tarihi’nin en önemli dönüm noktasıdır. Ulusal tarihimiz çok büyük, parlak zaferlerle doludur, ama Türk Ulusu’nun burada kazandığı zafer kadar kesin sonuçlu, yalnız bizim tarihimize değil, dünya tarihine yeni bir akım vermekte kesin etkili bir meydan savaşı hatırlamıyorum. Besbelli ki yeni Türk Devleti’nin, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli burada sağlamlaştırıldı, ölümsüz yaşayışı burada taçlandırıldı. Bu alanda akan Türk kanları, bu göklerde uçuşan şehit ruhları, devletimizin, cumhuriyetimizin ölümsüz koruyucularıdır.”
M. K. ATATÜRK

ZAFER BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN...


Ramazan ayını geride bıraktık. Sıcak yaz günlerinde oruç tutmak belki biraz zor geldi ama Rabbim sabrını da verdi. Bedenlerimiz ve ruhlarımız detoks yaptı. Bir bakıma hayat biraz yavaşlıyor bizler için; bir bakıma da iftar davetleri ile hareketleniyoruz. Yenilenmiş bir şekilde hayata kaldığımız yerden devam ediyoruz. Allah herkesin tuttuğu oruçları kabul etsin.

Aynı zamanda yaz mevsimi de geride kaldı. Haziran aylarında daha hala yağmurlu havalarla haşır neşirken "Yaz hiç gelmeyecek galiba" derken bir yaz daha bitti. Hem de baya sıcak bir yazdı. Evde olanlar için pek bir sorun yoktu da; işine gücüne gidenler için zor olmuştur sanırım. Aklıma Yaşar'ın "Yaz Bitti" şarkısı geldi.


Bayramdan sonra evlerde okul telaşı başlayacak. Okula yeni başlayan minikler, bir sınıf atlayıp bir yaş daha büyüyen abiler ablalar ve biz öğretmenler için bir telaştır alıp başını gidecek. Bir heyecan saracak içimizi. Okul alışverişleri yapılacak. "Yaşasın okulumuzu" şarkısını söyleyeceğiz.